asya'nın ufuklarında doğan güneşin sadeliğine şahit olmak

.

uzun zaman olmuş..

eskilerden konuşmaya başladığım andan itibaren neyin yeni, neyin eski olduğunu anlayamaz oldum. tabi bu sürecin doğal reaksiyonlar göstermesi konusunda bilimsel çalışmalarım yok lakin; anlatmaya çalıştığım şeylerin aşık olduğum kadına karşı betimlemesi, dünyadaki en büyük sorunum halini alıyor. çözemediğimden ya da aklımın almadığından değil, ben sadece katlanan bir kağıdın sallanan bir masanın kısa olan ayağının altında ezilmesinden zevk almıyorum. küçük detaylar arasında boğulurken, o kağıt parçasında ne yazdığını bilme gayretim, her şeyin önüne geçiyor. kendimi senden alamıyorum..

ekseni kaymış dünyaların insanlarıyız hepimiz. neyin doğru olduğunu sorgulayacak zamanımız filan yok! iliklemeye en alttan başlarken anneannenizin ördüğü hırkanın düğmelerini, ona olan hasretimizi dahi hiç düşünmüyoruz. düstur edindiğimiz bütün doğruları hiçe sayıyoruz. misal ben, bu okuduğunuz şeyleri komşumun internetini ondan izinsiz kullanarak yazıyorum. düşünün işte o kadar kötü durumdayız. tarih bizi affetmeyecek sanırım.
ufkumuzu açmak için hayal kurmak da neyin nesi! bunun, dibinde az kalmış reçel kavanozunu bir çay tabağına kapatıp yavaş yavaş akmasını izlemekten farkı yok. izdihamlar içinde kaybolmaya çalışmak ya da. bir nevi uhrevi huzurlarda bir çeşme havası. şairin de dediği gibi; her tarafından ziya akan.. 
seferi olmak adına yaptığım yolculuklarım oldu tabi, olmadı diyemem. en azından bir amaca hizmet ettikleri konusunda hemfikiriz (seninle tabi). hal böyle olunca bunları anlatma içgüdüm daha da bir depreşiyor. kazanan kim oluyor onu bilmiyorum ama; bunu idrak edebilme ihtimalime bayılıyorum..


singapur > tayvan uçuşunda çektim bu fotoğrafı. düşünün işte, bulutların üzerinde iken bile size o küçücük camdan bakma fırsatı bile vermemek için ellerinden geleni yapıyorlar. belki de özgürlüğü en güzel hissedeceğiniz anda bile. koltuğunuz koridor tarafında olsa bile bunu yapıyorlar size. mahkum ediyorlar önünüzdeki ekrana. ayağa kalkıp yürüdüğünüzde bile, önünüze mahremiyetin anatomisini seriyorlar. çırılçıplak hem de. en olası sevişmelerden bile zevk almıyorsunuz, kendinize utanarak baktığınız. bulutların üzerindesiniz ulan! daha ne olsun.. özgürlükse dibine kadar..

geçen aydı sanırım, tarihini de tam hatırlamıyorum. tayvan ve singapur'a gitme fırsatım oldu. asya kıtasına ilk gidişimdi. merakın yanında daha başka şeyler de aradım ama yoktu. ben ilelebet sürgüne gönderilmiş bir ülkenin kralını oynuyordum ama bütün salon bomboştu.

perdeler üzerine kapanmasın, siz de nasiplenin diye fotoğraflar çekmeye çalıştım. tabi beklenen ya da umulan cinsten olmadıkları kesin. yine de anlatacak şeyler çıkartmak konusunda yaptığım ihtisasımın bitirme tezi olarak görülebilir. orası sizin takdiriniz olsun. her zaman ki gibi. malum rüyalarımız her zaman aynı olmayacak..


itiraf etmem gerekirse neyi anlatmam gerektiğini inanın ben de bilmiyorum. bu tıpkı elini attığın her bisküvinin kırık olması gibi. alakasızlıkların sınırları kısaca..

siz boşverin de benim tayvan'da singapur'da ne yaptığımı da ben size daha başka şeylerden bahsedeyim. aralarda da fotoğraflar filan olsun işte, tıpkı eskisi gibi. nasıl olsa bir gün tayvan'a ya da singapur'a gidecek olursanız ulaşırsınız bana. yapmadığım şey değil, elimden geldiğince yardımcı olurum. öyle yapalım biz öyle. en iyisi bu..

ne diyordum..

hah! fazla zamanımız yok. kendimden örnek veriyim mesela. daha gitmediğim ülkelerin sayısı, gittiklerimden fazla. ne için çabaladığımı filan zannediyorum ki. hesap ortada işte, cepten yiyoruz. her dakika, her saniye hatta. durumun vahametini ortaya koymak için daha bir sürü şey dökerdim de ortaya, sonra toplaması da bana kalıyor diye korkuyorum. hayır üşendiğimden filan değil, arda kalanlar yüzünden bütün endişem. fezaya yükselmek adına sırça köşklerimden oluyorum..
hanginizden başlamam lazım mesela? sarı ışıkta oturmayı tercih ediyor diye bir kadına aşık olanlarınızdan mı? ilk sen söyledin diye güzelmiş gibi gelen bütün nihavent şarkıları, bir de hüzzam makamında duymayı tercih ettim diyen benden mi yoksa. bütün büyük filozofların ortak kanısıdır birazdan okuyacağınız cümle. işte sırf bu yüzdendir benim de bütün suçu büyük filozoflara atışım. "iffetini beş paralık etmiş bütün kötülüklerin anasıdır sanat. sırf siz bir şeyleri beğenin diye renkleri, sesleri, hatta bir çamuru bile güzelmiş gibi gösteren.." 
davranışsal kaygılar aslında. hani bir sonu ya da başı olmayan, olsa da adı konulmamış devasa küçüklükler. her biri bir öncekinden daha saf, bir sonrakine daha kirli geçen. destesi bozulmuş bir kumar kağıdı gibi, yerini başka şeylerle doldurulmaya çalışılmış, başarılması an meselesi. özgüven sahibi insanların yapacağı şey değil, sırf ayağı sığmıyor diye masasındaki sürgülü klavyeliği yerinden çıkarmak.
bulamadığım çözümlerin en güzeliydin halbu ki sen, sağlaman sonucundan güzel..




ısrarlara dayanma konusuna değinelim biraz da. etkisi altında kaldığımız şeylerden -artık her neyse- bir demet yaptırıp yollayalım mı insanlara? içine de birer not yazarız mesela;
yorumsuz..
kesat dönemlerden geçtiğimiz doğrudur. doğrudur bir hayale salık verme anlamındaki -di eklerini olur olmadık yerlerde kullandığımız. inat ettiğimiz de doğrudur. yeni zelanda'da turşucu açmak istediğimiz de. hayallerini bir kenara bırakıp ortasından girdiğimiz filmlerden ne kadar zevk alıyorsak, sonucunda görmeye alıştığımız "iyiler her zaman kazanır" tezine de o kadar alışmalıyız. nasıl olsa ortasından girdik diyerek bir nevi sürrealist takılma çabaları yani. boş vaatler bütünündeki sorgu melekleri.. 


uzun, yemyeşil ve bir o kadar da serin düzlüklerde koştuğunu hayal ettiğimiz kuzularımıza içelim bu kadehi de. ıslıklar eşliğinde sahnede yerini alan en alışılmadık kıyafetleriyle bir ses sanatçısı edasıyla. dadam.. dadam.. dadam.. ve sahne sizin..
kutsal bir kaç kelam etmekten korkar olduk. sanki inandığımız dinin lisanına yabancıyız. yol hikayelerinin yanında bir de sefiller'i oynuyoruz. tek biletle girilebiliyor. günler öncesinden bitmiş biletleri insanlara tekrar satıyoruz. herkes birbirinin yerinde oturmuş kendi haline gülüyor. cenaplarını şaşırmış kaç tane insan varsa hepsi biziz. sensin, benim, biziz.. 
hiçbir anlamı olmayan hayalkırıklıları yaşıyoruz aslında. her birimiz bir diğerine borçluyuz bunu. ölmüş arkadaşının küllelerini savururken rüzgarı hesaba katmamış big lebowskileriz. absürtlük içimize işlemiş..


koca koca züccaciye mağazalarına girdiğimde anlıyorum hayatın ne kadar da güzel olduğunu. ve bunu bir erkek olarak yapıyorum. ağzı kesme bardakları, orta parmağımı hafif ıslatarak çatlatma hayallerimi ertelememdeki en büyük sebebinin, kıyamamış olmam ise cabası..

dozunu iyi ayarlayamadan sevişlerime denk geldin sen,
öyle ki; hangisinden daha fazla sakınayım bilmiyorum gözlerimin..


utancımdan yazamıyorum ya bundan sonrasını, günahı boynunadır bundan sonraki tüm yolculuklarımın..







4 fikre tercüman olmuş:

Sinan dedi ki...

Vayy, yine efsane satır arası sözlerle geri dönmüşsün abi. Uzun zamandır bekliyordum Tayvan yazısını.

Yeni Zelanda'da turşucu açmak da güzel, bizim de arkadaşlarla Dublin'de sucuk ekmek satma hayalimiz var. Dur bakalım. :)

ilksen dedi ki...

sırf ananelerimizi yaparken gördük diye yaptığımız şeyler var bu hayatta.
bitmiş reçel kavanozunu da çay tabağına devirmek gibi ya da biber dolmasının üzerine terayağında kızdırılmış kırmızı biber gezdirmek gibi.

bir de bir akşam çorba yaparken, üzerine kırmızı yağ kızdıralım mı sorusuna evet yanıtı alınan aşklar var ya da zeytinyağında bekletilen kurutulmuş domates tadında olanlar.

bunlara rağmen yeryüzündeki en güzel aşk patlıcan turşusundan başlayan.

FKH dedi ki...

@Sinan

ahaha :) vallahi senin gibi suşi foroğrafları paylaşamasam da güzeldi. bunu bir gezi olarak düşünmedim ama yine de yazmadan edemiyoruz biliyorsun. aynı hastalığın mağdurlarıyız..

FitnessDestek dedi ki...

bende gitmeyi dusunuyodum.bu yazi bana rehber olacak.

Yorum Gönder

hani duşa girersin de su ısınana kadar geçen süre içinde yaşadığın üşüme vardır ya?

hahh işte o anlarda aklına takılan bir yorum olsun..