çok az mermer ve bir şehrin başlaması..

.

yolculuğun mantığında bi' hata var. bu kadar normal bi' şeyi bu kadar istekli yaparken arada gelen bıkkınlık hissinin de bir tanımı olmalı. yeni yerler görme fikrinin evrensel boyutta irdelenişi sırasında karşılaşılan bir üretim problemi gibi. içinde bulunduğu şehirden sonrakine geçişte yaşanan mayıs sıkıntısı gibi; şiirsel olduğu kadar didaktik de. bu her zaman böyle aslında. sanırım temelli göç edilen ilk yerde bu son bulacak, buna başka çözüm göremiyorum. şehirle / ülkeyle alakalı da değil, bunda asıl gerekçeler göç tarihinin insanlık üzerinde bıraktığı etki sanırım. siz görmek için can attığınız bütün şehirleri, ülkeleri hayal ederken; olgu kendi içinde savaşa hazırlanıyor sanırım. ordularını topluyor bütün ganimetler için. ne de olsa bir kaç iyi adamdan ibaret değil bütün düşman, koskoca insanlık tarihini karşısına alıyor. 


şimdi bu kadar keşmekeşin arasında yeni yerler görüp keşfetme fikrinin kabul görür yanı olmalı mı bilemiyorum. tek bildiğim, bizlerin bu salgında evlerimizden çıkarak karşı tarafa doğru gitmemiz gerektiği. pes etmenin artık ne zamanı, ne de yeri..



..week 13 is over!

çok fazla mermer ve bir şehrin bitmesi..

.

inzivaya çekilme saatlerinde kendimizi bulduğumuz çok fazla eril noktalar vardı viyana'da. sanat ve sanatçının dostu sloganları atılırken her köşe başı, bunu bir reklam malzemesi olarak nitelendirmek bizim için adeta bir görev niteliği taşıyordu. sonumuz belliydi, yalnız, eksik olan neyin nerede başladığı ve buna ne denli inanmamız gerektiğiydi sanki. birileri ya da bi' şeyler bizi böyle sanatsal bir şehirden kovmak için sanki ayak diretiyordu. neferi olduğu her hükümdara karşı birir can borcu olanlar gibi, bizler de kendi hükümdarlarımıza itaat ediyorduk..


tarihte yerini almış onca yapı varken, kendi hezimetlerimizi inşa ediyorduk aynı zamanda. bazılarımız dehrizlerine iniyordu ahşap merdivenlerinden, kimimiz oradan nasıl kurtulurumun hesabını yapıyordu. içinde olduğumuz bütün tarihsel devirlerde böyle keşmekeş görmemiştik hiçbirimiz. tamam, sevmiştik belki ama sanatın insan bünyesinde bu kadar derin izler bırakmasına alışkın değildik. efsunlanmış da değildik oysa ki. bize bahşedilen bütün zevkleri tatmamış olsak bile hayallerimiz vardı. sırf bu yüzden de viyana bize hayallerimizi geri vermek konusunda ciddi işler yapmıştı..


böyle şiddetli birlikteliklerin sonuna doğru gelindiğinde, hiçbir getirisi olmayan bu suskun ve bir o kadar da bitkin vücutlara artık başka memleketler gerekiyor kanaatindeydik. sevmediğimizden değil, sadece başka bir adım atmamız gerekiyordu. yakın olsa iyi olurdu yeni rotamız. yorgunluğumuz vardı çünkü hiç kimsede olmayan. şehir artık bizi kusuyordu muhtelif zamanlarda, merkezi yerlere. herkese reklam olmuştuk bir kaç gün geçirdiğimiz şehirde. ne garip, ne ilk ne de sondu bu halbu ki. öncesinde bu kadar sakin görünen heyecanlarımız da vardı, biliyorsunuz. viyana için kaçından vazgeçtiğimizden de bahsetmiştik hatırlarsanız.. 


ve son olarak antik heykeller uğurladı bizi viyana'dan. michalengelo tadında..



..week 12 is over!

ekrem adında azeri bir biyoloji profesöründen konçerto bileti almak

.

sanırım bunun sebebi artık insanoğlunun nerede yerleşebileceği konusunda çok fazla alternatifinin olması. yapabilir olması değil. çünkü artık bir ülkede yaşamaktan daha zor, başka bir ülkenin topraklarında yaşamaya başlamak. kendi ülkenizde mutsuzsanız eğer, kariyeriniz önemli olmamaya başlıyor başka bir ülkenin topraklarını hayal ettiğinizde. yaptığınız iş, hayalleriniz, çevreniz.. bütün bunlar geri planda kalıyor. siz eğer aklınıza koyduysanız, vazgeçmek zorunda kaldığınız her ne varsa bi' şekilde vazgeçilebilir oluyor.


bunun son örneğini viyana'da yaşadım. aile geleneğimiz olan klasik müzik dinletilerine gitme alışkanlığımızı, hazır viyana'ya gitmişken yad etmek için butik bir gösteri bulduk. zaten viyana'nın her sokak başında bu tip gösteri afişlerine rastlıyorsunuz. bir de bu tip gösterilerin biletlerini satan, klasik dönem kıyafetli adamlar dolu ortalık. size o akşam olan gösterilerden biletler satıyorlar. ısrar tavan tabi.. her neyse biz de bunlardan birinden bilet alırken konu bir süre sonra nereden geldiğimize geldi kaçınılmaz olarak. türk olduğumuzu öğrenince hafif bi' gülümseme ile azeri olduğunu söyledi. ülkesinde biyoloji profesörlüğü yaptığını ama iş bulamadığı ve daha iyi hayat şartları için avusturya'ya geldiğini söyledi. işten arta kalan zamanlarda da bu bilet işini yapıyormuş. 

dedim ya hayat garip. kariyeriniz, geçmişiniz ne olursa olsun önemli olan sizin ne istediğiniz. ekrem abi de hayatının geri kalanını avusturya'da geçirmeyi, işten arta kalan zamanlarında da konçerto bileti satmayı seçmiş. ne güzel de etmiş, pek güzel de etmiş..



..week 11 is over!

park ve bahçeler müdürlüğü, no:46, viyana

.

sonuna yaklaşırken bütün seyahatlerin, birer kaygılanma sebebi arıyorduk zihnimizde. şefkatli ya da değil bütün hükümdarların birer sülieti peyhad oluyordu yeryüzünde. bunların hangisine karşı savunacaktık ki benliğimizi, hangisine karşı gelecektik bütün düetlerde. biz, sırf görmek için gittiğimiz şehirlerin kahramanıydık, fazlası değil. görmediklerimizde salınan namımız daha çok birer nes-i müdafa olarak algılandı jürilerce. halbu ki onlara bile çok gelmiştik. çok değil daha bir kaç gün önce köşe bucak bizi sıkıştıran şehre, bu sefer daha yeşil bakabilmek için saraylara hücum ettik. yol yordam bilmediğimizden değil,  tek çaremiz olduğundan yaptık bunu. şimdi daha iyi anlıyorum da, iyi ki de yapmışız..


ihtişamın bir çok portresi ile karşılaşıyorduk yürürken. her birinde birer dakika beklesek bütün portreleri bitirmemiz sanırım yüzyıllar sürecekti bu yeşillikte. kimsenin böyle büyük hayalleri olmaması gerekiyordu oysa ki. bize girişte bunu söylemişlerdi dünyada, daha doğrusu yaşadığımız ülkede. önüne ne konursa yiyen bir güruha mensup müridlerdik hepimiz yeryüzene gönderilmiş bütün peygamberlerin son yemeklerinde, elbette isa'nınki hariç. betimlemesi bile güzelken böyle hayalleri neden sadece son cümlesine takılıyordu ki okur. viyana gibi olmak varken hem de.. 


renklerin bile seçilebildiğimiz bütün mevsimleri yaşıyorduk viyana'da. o ise bunu sanki bunu 50krş farkla almışız gibi gösteriyor, bizi çileden çıkartıyordu. birer ağaç daha fazla görsek bizi hiç hayal edemeyeceğimiz yeraltı dünyalarına sokmaya hazırdı. ortaçağ kilisleri minvalinde evler hayal etsek bile, karşımıza çıkan daha çok modern sanat eserleriydi saray bahçelerinde. birer heykel daha konmalıydı önümüze bizi karşılamak için; lakin olmadı. tavan süslemeleri bile azdı sanki bütün dolbabehçeleri'nde. bilerek toplanmayan yapraklar sanki gizlenen şeylerin habercisiydi avusturya hükümeti düzeyinde. bunu bütün resmi makamlara duyurmaya kalkışsak da, bizim makus talihimiz hiçbir zaman bunu başaracak kadar gün yüzü görmemişti..