hatırlanamayan anıları geri toplama sanatı..

.

seyahat ederken, özellikle de fotoğraf makinesi ile seyahat ederken farketmediğiniz bazı gariplikler yaşarsınız. bu bazen tanıştığınız insanlar olur, bazen yediğiniz bir yemek bazen de seyahetten döndükten sonra farkettiğiniz istemsizce çekilmiş fotoğraflar. çok fazla anlam yüklemeye gerek yok ama bu tür fotoğaflardan her seyahat dönüşü bir iki tane görüyorum. nerede çekildiği konusunda çok fazla fikrim yok ama o zamanları anımsamak adına fena da olmuyor değil. sadece şeyi merak ediyorum.. bu tarz fotoğrafların ya da buna benzer olayların insan hafızasında yer etmemesi, o ana ait daha az anıyı hafızamızda tuttuğumuz anlamına mı gelir? şöyle düşünün; hiç farkında olmadan çektiğim aşağıdaki fotoğraf, binlerce km'lik amerika seyahati boyunca; hangi anının öncesinde ya da sonasında yer aldı ama biz farkında değiliz. kaldı ki bu anının birden çok tetikleyeni de olmalı. yetişilen bir metro mu, yoksa deliler gbi yatıp yuvarlandığımız bir park ziyaretinden sonraki merdivenler mi.. 


araştırıp bulmak kolay.. sadece farketmeden yaşadığımız tonlarca anın, sonrasında bize anı oluşturabilmesi için neden materyallere ihtiyaç duyuyoruz bu beni inanılmaz geriyor. çünkü tam anlamıyla anımsamak mümkün değilken bu kadar hatırayı, farkında olmadan kayıp giden tonlarca anı bizi mahrum bırakıyor almamız gerekn hazlardan, ziyadesiyle. 

böyle hiçsel çok fazla fotoğrafa sahibim, tek derdim neye hizmet ettiklerini bulmak, hepsi bu..



..week 30 is over!


dışbükey aynalar ve birçok selfi hikayesi..


.

daha önceki yazılarımda da değindiğimi hatırlıyorum. normalde tek başına seyahat eden ya da seyahat ettiği kişiler tarafından istediği fotoğrafları çektiremeyen benim; kendi kendime geliştirğim bir kaç yöntem var. bunlardan en çok kullandığım da dış bükey aynalar. genelde dar sokaklar ve kör noktaya sahip otopark çıkışlarında kullanılan bu aynalar, genelde benim için kendi fotorafımı çekmek için kullandığım bir araç. en çok sevme sebebim de sadece beni değil, etrafı da çekebilmemi sağlıyor olması. zaten bir aynadan bu kadar fayda sağlıyor olabilmem bir hayli garipken, bir de bunu arşivlenecek kadar değerli kılması sanırım onu daha da kabul edilebilir kılıyor..


bunun gibi tonlarca fotoğrafım var aslında. bunun bu yazıda seçilmesinin sebebi sadece san francisco'da çekilmiş olması. ha bir de bu tür fotoğraflarda her zaman sadece ben olmam. çoğunda bana ilks de eşlik eder. amaç belli dediğim gibi, kendi foroğafımı çekebilmek için tamamen bir  araç. tıpkı vitrin camları ya da motosiklet aynaları gibi. onları da artık başka zaman anlatırım.. 



..week 29 is over!


bir öykü.. san francisco üzerine

.

batı'ya gitmek üzerine..

bu olguyu amerika gibi bir ülkede yapmak kadar güzel çok az şey var sanırım. çünkü yön, üzerine gidildikçe anlam kazanıyor. seyahatin bir noktadan sonra yönsüz bir körebe sahnesi gibi. istikamet hangi tarafaysa, duygular o tarafa eğriliyor. biçimsiz bütün içselleştirmeler, keskin bir alkol kokusu, ızgarada kızaran biftek parçaları ve fazlası. bunlardan sadece birinin eksik olması bile gelecek savaşların müsebbibi. mantık, koskoca coğrafyalarda kayboluyor ve bundan en çok zevk alan yine insanoğlu oluyor. bahşedilmiş ne kadar çirkef, rezil ve biat kültürüne tabi insan varsa bunun içinde. eyvallahı nefes almak kadar benimsemiş, normal olduğu kadar absürt üçüncü sayfa haberleri. böyle duygular bütünü üzerine kurulu şehrimiz san francisco'da sıra..


la'den daha sabırlı olmayı denedik burası için. bildiklerimizi bir kenara bırakıp hiç bir şey yokmuşcasına sade ve bir o kadar da köhne sokaklarında tuttuğumuz evin, beklentilerimizi karşılamaması ile geçti ilk günümüz. koreli bir ev sahibini sevmek kadar zor olan bir başka şey de, aynı tuvalet ve banyoyu başkalarıyla paylaşmaktı. bu bile kavimler arasındaki savaşları körüklüyor, ucundan bucağından bizi etkiliyordu. güzel kılan, eski dostların size tavsiye ettiği kendi birasını yapan mekanlardan biriydi. taze şerbetçi otunun kokusunu kapıdan girdiğinizde aldığınız, bir o kadar da sizi şarhoş eden bu mekanların sırf bu şehirlerde varolması ne kadar da güzeldi. susuz, doğruları söylemesi için çıkan savaşların bir diğeri yaşandı bu şehirde. kalan, dibinde biraz köpük olan bira bardakları ve kimseye acıması olmayan istilacılardı. 


kötünün yanında yanan iyilerdik biz. yine san francisco'nun kazandığı savaşlarda mülteci tadında hayatlar yaşayan. hepi topu 3/5 kişi.. 



..week 28 is over!


central park'ı neden sevmeliyiz?

.

siyah beyaz bir jazz öğleden sonrası, new york, 2013.. *

iş bu yukarıdaki başlığı taşıyan yazımın üzerinden tam 5 yıl geçmişken, hüviyetini kaybetmiş olma olasılığı daha çok central park'ın. milyonlarca ayak tarafından defalarca çiğnenen bir olgunun bu kadar uzun süre ihtişamını korumuş olması bile topyekün bi' tartışma konusu. hal böyle olunca içinde bulunulan sürede sizi kendine hayran bırakan ve bunu defalarca tekrar eden yemyeşil parkın, sevilme nedenlerini düşünmeye başlıyorsunuz. soruyorsunuz insanlara, hayvanlara belki de. yüzlerine dikkat ediyorsunuz çoğu zaman. kırgınlıktan, bencillikten ve en önemlisi hissizlikten uzak onlarca duygu. bunların olmadığı bir sevgililik hali belki de..  



o yüce kitapta da bahsedildiği gibi bu parkta..

"işte o sebeptendir ki o cümleyi kuranın başrolde olması; diğer tüm güzel manzaraların, şahane müziklerin, en yağlısından süzme peynirlerin ve de tüm sincapların figüran olmasını makul kılar.."



..week 27 is over!