ineceği durağı bilmemenin verdiği tedirginlik


ilk defa gidilen şehirde yaşanır genelde.. binilen otobüste, dolmuşta hep vardır bu tedirginlik. metroda, tranvayda pek yoktur ama yinede içten içe kendini belli eder. yanına gideceğiniz kişi size "park durağında in, ben ordan alırım seni" şekline bir koordinat verir. sizde bindiğinizde ya şoföre ya da muavine söylersiniz "park durağında inicem ben, geldiğimizde haber verir misiniz" diye..

buraya kadar her şey normal seyrinde ilerler fakat durulan her durakta, geçilen her parkta bu huzursuzluk baş gösterir. artık dayanılmaz seviyeler ulaşır, saatlerdir tuttuşuğunuz çiş gibi.. muvane yahut şöföre sorulur; “ben park durağında inecektim ama, geçmedik di mi?”

isteyerek olmamıştır bu mecbursunuzdur, kısacası o muşmula suratlı adamların yüzüne pek hevesli değilsinizdir. zaten cevapta pek gecikmeden gelir; “ya tamam aklımızda, indircez biz seni. daha çok var..”

“daha çok var!”

var varda ne kadar çok? senin çok anlayışımla benim ki bir mi?

yolculuk devam eder.. yine duraklar geçilir, yine parka benzeyen garip yerler.. işin kötü yanı inen yolcular olmasına rağmen binenlerin yüzünden arkaya doğru ilerleme, şöför ve muavinin o şevkatli(!) kanatlarından ayrılma durumu olur. gittikçe arkaya doğru ilerleme, sizdeki bu huzursuzluğun artmasına ve “ya beni unutursalar” tedirginliğinin eklenmesiyle tavan yapar..

sonunda imdadınıza yolculardan biri yetişir;

- siz park durağında mı inecektiniz?
+ evet
- burası park durağı..