sürekli aynı kupayı kullanmak


bir takıntıdan öte sanırım bir alışkanlık. yok yok ileri düzeyde saplantı! nedense evde hep bir sürü bardak, bir sürü kupa olsa bile hep aynı kupayı kullanma isteği vardır bünyede. normalde başka bardak olsa günlerce duracak bulaşıkta eğer o kupa varsa hemen kollar sıvanır ve o kupa yıkanır. -tabi diğer bulaşığa el sürülmez- sanırım bu ona alışmış olmakla alakalı?!? alırken aslında yoktur bu. ya üzerindeki desenden ya da şeklinden alınmıştır ilk başta. daha sonraları bir alışmışlık olur bardakla aranızda. belki de duygusal bişeyler ne biliyim.. ta ki bulaşık yıkamayı sanat haline getirmiş ev arkadaşı o güzelim kupayı kırana kadar! kızmadım tabiki, hüzünlendim sadece..

edit: evet benimde kupa koleksiyonum var! gelmeyin üstüme..

erkekler üzerine ince tüyolar #2


kendilerini acayip bişi sanırlar. o "bişi" yerine ne getirirseniz artık..

sevgili de olsanız efendim, karı-koca da olsanız bu böyledir. erkek milleti dediğimiz ırk hiç olmadığı kadar kendine güvenen (ya da öyle göstermeye çalışan) bir devinim ürünüdür. her şeyin en iyisini kendileri bilirler(!) onlara kalsa  hep kendisidir en iyi sevişen(!) anam kuzum naptın sen yaa, nasıl oldu da bu hale geldin??? yaaa noldu ?

bakıldığında hiçbir eksikliği olmadığı göze çarpan bir erkeğin bile kendi içinde bir çelişkisi vardır. bunu gizlemeyi beceremediği takdirde (ki hiç beceremez) yenilmeye mahkumdur !?!

bu arada kazanan bir erkek gören oldu mu?

hav ay med yor madır'da olası gelenler kulübü


zamanım olmadığı için izleyememiştim üzerime gelmeyin! tamam itiraf ediyorum bu kadar güzel olacağını tahmin etmemiştim.. oldu mu??

lanet olsun ki çok güzel ve bırakamıyorum! ne yapsam, ne etsem olmuyor! bütün gece sanırım rekorum 14 bölüm üst üste. 14 bölüm x 21 dk. = 294 dk / 60 dk = 4,9 saat.. inanılmaz değil merak etmeyin. uyuya kalmasaydım emin olun daha da giderdi bu denklem ve sonundaki sayı sanırım 6'dan daha büyük olurdu!

şimdi diceksiniz ki ne yani 5 tane elemanın new york'ta yaşadığı olaylar nasıl bu kadar güzel olabilir. ezel buna on basar! bassın hatta yetinmesin ondan sonrada bana bassın.. şahsen yine fikrim değişmezdi! hatta dur lan, değişmedi. (burda ezel'in bana bastığı anlamı çıkarılmasın, çıkaranı gebertirim) neyse olay dediğim gibi bu 5 elemanın yaşadığı çılgınlıklar, kendi aralarındaki $ukelalıklar filan değil. sadece o kadar kusursuz yapıyorlar ki bu işi bırakamıyorum. "acaba öbür bölümde ne olacak?" merakı da yok hem. hepsinde ilk kez yaşana bir zevk. sanırım şu ilk sevişme durumu gibibişi bu..

hepsini geçtim,

----- spoiler başladı -----
adamların/kadınların muhabbetleri, evlerinin altıdaki bar, düğün hediyesi olarak hediye edilen vibratör filan hakikaten kusursuz bir senaryo örneği.. (tamam kabul vibratör iyi bi fikir değildi)
----- spoiler bitti -----

kendimi bulmuyor değilim bu adamlarda.(buluyorum yani) gidip new york'un bilmem ne sokağında 3. katan bir ev tutmak, altındaki pub'da iş çıkışı hang out yapmak filan.. hakikaten dets ovsımmm men, dets ovsımmmm

öle işte söyliyim dedim.. neyse ben devam eder diziye. görüşürüz..

yemek yapmak üzerine sanatsal irdelemeler


bilenler bilir. güzel yemek yaparım..
ama ben bile bu kadarını görmemiştim!









buharın yazdığı bir kültür; hamam


geleneklerle bezeli bir simgenin aslında o kadar basit olmadığını, var olan bütün olgular gibi hamamında kendi içinde bir felsefesi olduğunu ifade eder. çağlardan beri süre gelen bu sağlam imge yığını kendini yok etmeden ama birazda olsun değiştirerek günümüze kadar gelmeyi başarmıştır.

sıcaklığın sembolüdür bir nevi hamam. buhara karşı verilen bir mücadeleden öte, ondan faydalanmak onu hissetmektir. yatılangöbek taşı bir büyüklük ifadesidir aslında. sırası vardır hep; büyük göbek taşına yatmadan küçük yatmaz. o kalkıp ferahlamadan, yaşça küçük olan yerinden kalkmaz. bunların hepsi bir dizi saygı sembolüdür. keselenmek ya da masaj hepsi birbirini takip eden kurallar bütünü... hamama ilk giren yıkanacağı kurnayı seçer. onunla birlikte giren ise ona icabet eder. bu yüzden büyük hamamdan içeri girmeden küçük girmez. büyük hiçbir zaman sabun ya da hamam tasını taşımaz. gelenek icabı büyük her daim sıranın önündedir. yıkanmaya başlamak için ilk önce terlemek gerekir. hamamın mantığında da bu vardır zaten; terlemek! kir terleyen vücudu terk ederken asıl olan her zaman akan suyla gitmesidir. bu yüzden kişi hamamda kaldığı süre boyunca buraya aittir. serinlemek için dahi olsa ilk terini sıcak su dökünerek atmadan dışarı çıkamaz. her ne kadar bünyeden bünyeye fark ederse de bu böyledir.

ilk yıkanan her zaman büyük olandır. çünkü o göbek taşına yatmak için sabırsızlanır. göstermek istediği asalet ve büyüklük kendini en fazla orada gösterir. sabun onun elinden alınır, üzerindeki köpük dökülmeden de asla geri verilmez. hep o bakar suyun sıcaklığına. onun kurnasına soğuk su girmez. hamamın mantığına terstir soğuk su! kesede ve lifte o her zaman sırasını ilk savar. beklemez sizin bitirmenizi çıkar hamam avlusuna yakar nargilesini.. onun havlusunu tellak sarar. sırtına şöyle hafiften bir vurur ki hamamdan çıktığı belli olsun. geçer sedirine uzanır ve dinlenir ne kadar isterse...

hep göz ucuyla süzmeler vardır bütün bunlar olurken. büyük hep yanında getirdiği küçük olanı ince ince süzer. hatasını yüzüne vurmaz. öğrenene kadar yaptırır sadece. defalarca kese yaptırdığı görülmüştür hatta.. içindeki saf hali dışarı çıkarana kadar bu böyle devam eder. en son peştemal alır nasibini ondan. kültürüne saygısından buruşturulup konur kalkılan sedire. ki kullanmasın ondan sonra gelen başka biri...

eskiler o kadar ağır ki; üflesem uçacak


şu yukarıdaki fotoğrafı seneler önce bilgisayarda yazmıştım. üzerinden çok uzun süre geçmiş, eskileri karıştırırken buldum! hangi ruh haliyle yazmıştım ya da ne ifade ettiği aslında biraz trajikomik. hatırlanmak istenmeyen anlardan biri hatta.. salla gitsinlerden sanırım!

insan ömrü çok kısa efendim. şimdi cümleye böyle başladım diye tutup felsefi konuşmalar filan yapıcak değilim merak olunmaya.sanırım son bir kaç aydır böyle geliyor bu durum bana. gittikçe kısalıyormuş gibi insan ömrü.. tad alınmayan ama sadece karın doyurmak için yenen bir yemek gibi. yavan..

neyse efendim çok tutmayayım sizi... yapacak işiniz vardır. biraz bencil bir yazı oldu kusuruma bakmayın.. bu arada neden böyle renkli yazdım bilmiyorum. yeni doğmuş çocuk sevinci sanırım benimki; hayata ağlayarak başlayan!

ha unutmadan bugün benim doğum günüm...
tarihe not: 15.01.2010

vedat milor değilim ama benimde damak tadım var


evet böyle bir lezzetle geldim karşınıza bu sefer efendim. nasıl geldim, kim getirdi bilmiyorum.. daha doğrusu hatırlamıyorum! şarhoş filan değildim, en azından alkolden öyle değildim. ama lezzetten emin olun bilmiyorum. sanırım ilk sarhoşluk deneyimim bu şekilde olacaktı. iyi ki de böyle olmuş..

şahsen adını söyleyemiyorum; çünkü çok zordu söylemesi. bir o kadar da akılda tutması. ama lezzetini anlatmak için sanırım bir roman yazabilirim..

efendim lezzetin ana maddesi portakal. hem karamelize edilmiş hemde kızartılmış halde. kurutulmuşta var üzerinde iki dilim.. tabana yayılmış sıvımsı o lezzet ise tabiki yine portakal. rengarenk görünen o küçük kare şeylerse yine meyve parçaları! lezzetini ise anlatamıcam şahsen, yani aslını isterseniz anlatamıyorum! yukarıda bi de roman yazarım demiştim. valla bu kadar bile nasıl yazdım şaşıyorum :/

öyle işte, bir güzel yedim ahan da bunu. pek güzelde yedim.. bal şeker olsun midecazıma..

referans niteliğinde edit: fotoğraf bir fatih metin demirkol başyapıtıdır! arz ederim...


erkekler üzerine ince tüyolar #1


fazla kalmıcam bu sefer. ne dicem; bayanlar bazı durumlar için kendilerini daha mutluluğa hasret, daha şefkate ihtiyacı olurmuş gibi hisseder ya? hahh işte bu zamanlar da erkekler aslında onları en çok sevdiği, ona en çok değer verdiği zamanlardır..

bunu nerden mi çıkarıyorum?

hemen söyliyim efendim; erkek denen eşref-i mahlukat, aslında var olmayan her olgu için kendisine bir mutluluk yaratır. tamam belki bu bir istisnadır ama yapar bunu! işte o mutlulukta; eğer varsa bir sevdiği o'dur..!

iş bu ahvalden mütevellit insan her zaman kadına muhtaçtır. isterse de, istemese de!

kırmızı edit: oje kokusuna bir zaafım var!

sofrada yaşanan bayat ekmek sorunsalı




o ekmeği kimin yiyeceği üzerinedir genelde. kime nasip olacağı küçük hesapların sonrasında ortaya çıkar..

aile içinde pek olmaz aslında. olsa da genelde anne, az da olsa baba "verin ben yerim" der ve sorun giderilir.
ancak olay öğrenci evinde geçiyorsa tamamen strateji işidir o ekmeği yememek.
halbu ki dünden kalmıştır. taze değildir ama o yenmeyecek kadar da taşa dönmemiştir.
o ekmek yetmeyeceğinden kelli, bir tane de fırından yeni çıkmış taze ekmek alınmıştır eve.
yemek ne olursa olsun taze ekmekle yemek ister her bünye, bunun içinde elinden ne geliyorsa yapacaktır. yaparda!

ya sofraya geç oturur bizim ki, ya da "ben ekmek yemicem" şekilden repliklerin kahramanı olur. yer sonra da şerefsiz!
başka bir taktikte sofrayı hazırlarken bayat ekmeği onun önune koymak. bu da iyi bir takdiktir. masa hazırlanırken ekmeği kendi eliyle böler ama nedense küçük parçayı hep kendi alır. tek lokmada da bitirir. taze olana geçer hemen!
ha bir de; "o dursun yaa yarın yeriz" cümlesi vardır ki, külliyen yalandır, hilaftır!
amaç aslında topu karşısındakine atmak, belki yer de yarına kalmaz şekilden tahayyüllere mahal vermektir.
kısacası zordur efendim o ekmeği birine kakalamak.
ciddi efor, antrenman ister! kasmak gerektirir, ha biraz da yüzsüzlük tabi..