manzara mitolojisi ve bazı mısmıllıklar..

.

manzara.. çoğu zaman karşınızda olduğunu bile farketmediğiniz tabiat birlikteliği. sizi aslında siz yapan çekimser oylarınız. başkasına tek kelime edemediğiniz ama kendinize sayıp sövdüğünüz bütün yalnızlıklarınız. sürekli izlediğiniz dizinin o hafta yayınlamaması manzara. peki elde etmek için böyle güzel görüntüleri, ne yapar insanoğlu? neyden feragat eder, neyden eksik kalır hayatında.. amerikan filmelerindeki sorgu sahnelerini andıran bu girişten sonra; hallstatt ve benzeri güzelliklere sahip bütün coğrafyaların ekseni etrafında dönen ve döndüğüyle kalmayıp döndüren yüksek irtifa, belkilerin olmadığı masal dünyalarına açılıyordu..


hallstatt da işte tam bu konuda ihtisasını yapmıştı. yükseklerine çıktıkça size eteklerini açan o muhteşem kadın portresi, gençliğinde çıplak fotoğrafı ranzanın görünün yüzüne asılmış o sarışın kadın, beyazlığı alpler'den gelen.. yeşilse yeşil, kahveyse kahve.. yüzbinyıl daha beklenecek kadar güzel şehir. zaten hiç kimsesi yokmuş gibi davranıyordu biz bizeyken. kimin hakkını savunmuştuk ki gayrı ortamlarda. bu sırf güzel olduğu için, çağırdığı için yaşanmıştı ve kimseden çok değildi günahı. bize yoldaş olan uzakdoğulu keşişler dahil. 


onlar, kitaplıklarda hep orta rafta dururdu. çünkü okunmuş kitaplar kitaplıkların ya sol ya da sağ tarafında olurdu, oraya koymak kolay geldiğinden olsa gerek..



..week 17 is over!

rehber keşişlerin yaşadığı tuz dağları..

.

yükseklere çıkmak lazım. büyük kayalıkların ucuna doğru.. yalın ayak gidilen bütün yolculuklarda karşınıza çıkan hiçbir yükseklik buna yetmez, yetmemeli. bir başına kaldığınızda düşündüğünüz her anınızı buna katık etmek istediğinizde ise, neden geç kaldığınız konuşulur ulu orta yerlerde. zaman mehfumunu filan es geçip ilk gördüğnüz ağaç altına serilmek gibi çılgın düşleriniz olmalı. bunlardan en az birinde de yüksekte olmalısınız işte. farzedelim ki siz değil de size yoldaş olmuş birisi bunu yaptı. işte o andan itibaren her dakikanın bir anlamı olmaya başlamalı. teker teker yokoluş ya da tek seferde yokuluş. bunlardan en iyisi seçilmeli toplum nezninde. çünkü toplum, sefaletin kayıtsız şartsız egemenliğini yargılayarak sağlamış dünyanın en sömürgeci ülkesidir.. 


işte hallstatt da bütün asaletini tuz dağlarından alıyordu. sislerin arasından görünün bütün açıklıklar, bir kaç uzakdoğulu keşişin yol göstericiliğiyle beraber çekilir hale gelse de; bir zaman sonra nedenlerin peşpeşe sıralandığı birer savaş haline dönüşüyordu. bizler oluşan maliyeti kişi başı hesaplasak da, hallstatt bütün yükü kendi üstleniyordu kadife perdelerde.. 


yaklaştıkça zirveye, karşımıza çıkacak manzaranın fikri kaplıyordu her yanımızı. kimi için normal gelen bütün savurganlıklar, bizim için iktisata giriş konularından biriydi. bir kaç adım daha atmamız lazımdı son celsesi görülen bu cinayet davasında. karar birazdan verilecekti ve kimliğimizde yazan milliyetimizi hiçe sayarcasına jüri kurulmuştu, koyu katolik eyalet temsilcileri tarafından..



..week 16 is over!

küçük bi' köyün alpler ile ne alıp veremediği olabilir ki..

.

merhaba.

bu yazıda okuyacağınız cümleler, hallstatt'a 7 kg kala çekilen bu fotoğraf üzerine değildir. çünkü ilerleyen yazılarda okuyacağınız hallstatt tetkikleri, bir nevi bu fotoğraftan sonra yaşananlardan daha dramatik olacak. iş bu yüzden; sizi daha önce bu konuya alıştırmak amaçlı alpler'e sırtını dönmüş bu güzel kasabaya olan hayranlığımdan çok, asıl bu kasabaya (hallstatt'a) sırtını dönmüş bir kaç evin bulunduğu köye olan kıskançlığımdan bahsedeceğim.


güzel olabilirsiniz, şirin de olabilirsiniz ama bunun bir sınırı olmalı. hangi mevcudiyetin devrimini kendi içinizde yaşadınız da acaba böyle oldunuz! sonuçta böyle ayrı gayrı yaşanmaz dedikleri büyük coğrafyaların küçük kara parçalarıyız biz. daha güzel yerlere gitmeye niyet ettikçe daha güzelleri ile karşılaşılan noktalarımız olmalı. uzun ve ya kısa vaatlerin bir protatipi, ta kendisi belki de. dedim ya, güzelliğin ya da şirinliğin de bir sınırı olmalı. böyle kavramsal bir çelişki yumağında, ipin ucu işte burada kaçtı..


..week 15 is over!

ıslak sabahların hallstatt kısmı..

.

seyahatlerde farkında olmadığınız bi' şey çağırır sizi. daha önce gördüğünüz bir fotoğraf, adı bi' yerlerden kulağınıza çalınmış restorant adı, başkasının tattığı bir yemek belki. bilmezsiniz aslında tam olarak ne için oraya gittiğinizi. birisi için mi yoksa bi' olgu için mi diye. yola revan olmak dürtüsü altında bilinçaltınızın size söylediği şeyleri yaparsınız. yaparız ya da, halen de yapıyoruz. bunun temelinde yatan kavram, koskoca bir keşkeler yığınından arta kalanlar olsa gerek. çünkü döndükten bir süre sonra başlayan keşkeler silsilesi, varılan yerin olması gerekenden daha derin bir mazisi olduğunun göstergesi. biz sadece bize bahşedilen kısmını yaşıyoruz gittiğimizde. yerlisi değilsek o yerin, üstünde kalan kısmından nasipleniyoruz daima. kalan kısım ise onlara miras bırakılan diğer medeniyetlerin..


hallstatt da böyle yerlerden biri oldu kendi yolculuk tarihimizde. içinde kaldığımız kısa süre boyunca sırıl sıklam ıslandık. yürüdük, ıslandık. sonra tekrar yürüyüp ıslandık ve bam! ıslandık.. hatta uzun zaman sonra ilk defa bu kadar yağmurun altında kalıp ıslandık. sanırım viyana'nın bize bıraktığı mirastı bu. orada ıslanmamızın üzerinden geçen onca zaman sonra bu şekilde muamele görmemiz sanki bi' nevi intikamdı. küçük, şirin kasabaların kabusuydu bu, bundan eminim. çünkü onu ziyarete gelen herkes bu şirinlikten biraz alıp götürüyordu, 5€'luk magnetlerle birlikte. dünya magnet ticaretinin %76'sının dönmediği bu küçük şehri, nsanların ziyaret etmek için ne kadar çabaladığını gördüğümde inanamamıştım. bu kadar yağmura rağmen hem de..


bu şekilde başladı hallstatt yolculuğu, ıslak ve bulutlu. fotoğraf makinemi yağmurdan korumak için harcadığım çaba, tuz madenlerinden arta kalan tatları daha güzel almamı sağlıyordu..



..week 14 is over!