kısım 2: irtifanın yükseldiği zamanlarda yosemite'de olmak..

.

yolu anlamlı kılan nadide güzellikleriyle bile bizi kendine hayran bırakıyordu. yoksunluk fikrinin altında yatan sebepler, sanki bundan önce hiç karşılaşmadığımız tabiat ana portresine bakmak için aldığımız bi' müze bileti gibi anlamsızdı. kırıştırıp cebimize attığımız bütün kağıt parçaları gibi değil; saklamak için elimizden geleni yaptığımız. nacizane tavsiyeleri kendine saklayan bütün hiyerarşik duygular, toplumsal değerlerin bazıları ve son olarak tabiki yine yosemite.. 


söylentileri bile güzel bazı şeylerin. sizi hiç olmadığı kadar mutlu eden, etmesi de istenen ve belki hüzünlendiren biraz. bütün ağaç diplerinde bize ait en az bir kaç duygu vardır burada. herkese yetecek kadar çelişki barındıran bu evren, yeri gelmişken bize nasihatler sunuyordu bu milli parkta. oysa kimsesizler evinden alınmış; elinde oyuncak ayısı, gidip gitmemekte çelişkileri olan öksüz, bazen yetim küçük çocuklardık. sevmediğimiz tek şey ayrılmaktı buradan. daha güzel vaatlerde bulunsa dahi, yosemite kendisi için dizilen bütün methiyelerden daha güzeldi..


herkes gibi bizim de meraklarımız vardı. kulaktan dolma, yalan belki. belki hiç bi' zaman merak etmediğimiz ulusal parklara gitme fikrini aklımıza pelesenk etmiştik yosemite sayesinde. doğru dürüst inanamıyorduk bile buranın varolduğuna. mfö şarkılarında geçen kelimeler kadar önemliydi, özellikle konserde. en ön sırada izlenen o bas gitar solosu kadar heyecan vermemişti ilk duyduğumuzda ismini ama; son kullanma tarihi geçmiş hüsranlardan bunu anlayabiliyorduk.


işaretlerini izlediğimiz bütün yollara, bir nevi rehber gözüyle bakıyorduk. bizi götürdüğü rotalar, bizim için kutsal birer yazıttı. okuduğumuz zaman anlamadığımız, sadece gördüğümüzde anlamlı gelen. her biri diğerini görmezden gelmiş, hüzzam makamında bestelenmiş bünyelerdik biz. ahlakımız da kalmamıştı, cesaretimiz de. bu park bizi hiç sevmediğimiz huylarımızla baş başa bırakmıştı. aynalara konuşuyorduk, çünkü kendimize olan saygımızı kaybetmiştik bütün bu hengamede..


sonrasında rakım da düşecekti sanırım, herkesin gözünü korkutan yükseklerden..


to be continued


..week 47 is over!


kısım 1: yosemite'den başka gidecek yeri olmayan insanların ülkesi..

.

yolculuğun nasıl sürdüğünü tam olarak hatırlamıyorum. tek bildiğim sabahın erken saatlerinde yola çıkıp soluğu parkın sınırları içinde aldığımız. amacımız en azından giriş ücretini ödememek olsa da, içten içe daha fazla zaman geçirmek büyük paydayı alıyordu yeryüzündeki bütün saat dilimlerinde. evimiz, parka ortalama 1 saat uzaklıktaydı. mil olarak söyleyince daha karizmatik olduğunu düşünüyordum ki bu sanırım biraz daha mutlu ediyordu beni. ev sahibimizin yakın tutumu sayesinde olayın merkezindeydik, bu aşikar. çünkü doğanın içinde bu kadar güzel bir ev hayal etmemiştik ki galiba bizi heyecanlandıran en büyük nokta da bu olmuştu. yosemite'ye giriş 101'i aldıktan sonra, gerekli açıklamaları yapan ev sahibimiz bize evi gezdirdi. bu noktada durum üzüntü ile karışık bir hale geldi ki sanırım yosemite, hali hazırda böyle bir yerdi. eşinin hasta olduğunu söylediğinde yosemite bile naif kalıyordu, yaşlı vücudu karşısında..


kıvrımlı yollarında gün ağarırken yosemite'nin, ilk durak noktamıza gelmiştik. yavaş yavaş insanları görebilmek, onlarla aynı şerefe erişebilmek aramızdaki rekabetin hangi düzeyde olacağının işaretiydi. herkes bir yerlere yatişmeye çalışıyordu bu erken saatte. bıraktıkları ayak izleri kimi için dönüş yolunun pusulasıydı. yönlerimiz şaşmıştı her celsede, mahkeme salonun ise ağaçlarla çevrili koca bir ulusal parktı..


her adım bir sonrakinden heyecanlı olmaya başladığında, kimsecikler kalmıyordu etrafınızda. sevdiğiniz kadının elini dahi bırakıyordunuz gittikçe. sebepler hiç olmadığı kadar mantıklı geldiğindeyse yol, sizi hayatınızda daha önce hiç görmediğiniz bir gerçekliğe götürüyordu. peki asıl sebep bu muydu? bu gerçekliğe erişmek mi yoksa, içinde kalabildiğiniz kadar kalmayı amaç edinmek mi? her ikisi de çok yalın kalıyordu yosemite karşısında ve bu aciziyet insanlık tarihinin en kabul edilebilir olanlarından biriydi..


gölgesinde kaldığınız ağaçların yolumuza eşlik etmesi kadar, bittiklerinde bize bıraktıkları o muhteşem manzara az biraz görünüyordu ufukta. şimdi asıl soru, bu anı hafizalarımızın en nadide yerine nasıl dikecektik. güçlü kuvvetli olanlar kadar, zayıf olanların da saflarında bulunduğu bu ihtişamlı olay, papalık mertebesinde bile yerini bulmuştu. rivayetlerin önü arkası kesilmezken, dertler içinde boğulmak yerine göğsümüzü bu muhteşem an için açtık..

   

hava serindi. güneş yeni doğmasına rağmen hala esen az biraz rüzgar vardı kuzey batıdan. ayaklarımıza serilen her ne varsa zihnimizde de seriliyordu. uçsuz bucaksız bir güzellik için aranan bütün tabirler de yetersiz kalıyordu hatta. derdinden tasasından arınıyordu bütün münzeviler. himalayalarda bile böyle keşişler yoktu, yoktu bu sukuneti bertaraf edecek ordular yeryüzünde. ufka kement atmıştık kendi western filmimizde ve teksas kırsalları bulunduğumuz noktaya cidden çok uzaktı..


manzarayı ihraç edemeyen bir parktı yosemite ve bu yüzden turistleri ithal ediyor..


to be continued



..week 46 is over!


let's talk about Yosemite..

.

bütün her şeyin, hatta bütün bu projenin müsebbibi yosemite'ydi. tarihini hatırlamıyorum ama bundan bir süre önce "dünyadaki bütün national parkları görmeden ölmek istemiyorum.." diye bir cümle kurmuştum. hala da aynı fikirdeyim.. zihnimde bıraktığı bütün detayları düşündükçe gurur duyuyorum. bizi yaratan gücün böylesine muhteşem varlıkları (!) da bize bırakmış olması şüphesiz ki muhteşem lütuf. aynı dünyanın farklı yerlerinde, sırf tabiat ananın sırrına varmak için adım atılası yerlerin olması bile bu hayatı yaşamak için bi' sebep..

kalan haftalarda yosemite'den bahsetmeye çalışacağım elimden geldiğince. çünkü zihnimde birikmiş, arşivimde kalmış çokça fotoğraf var. benim için hiçbir detayı kaybetmeden aktarmak boynumun borcu. yetmeyeceğine eminim ama yine de yazmak istiyorum, hem de haftalarca. bunun bir devrim olduğuna inandırdım kendimi. içcel bir devrim elbette.. lokasyonların en detaylısını verebilirim, sırf kimse bilmesin diye sessiz de kalabilirim ama yosemite hakkında yazmak tam anlamıyla yapılması gereken en sade şey!

sanıldığının aksine kolay olanı değil, zor olanı seçiyorum. yosemite'yi sevmek yerine anlatmayı seçiyorum..



..week 45 is over!


atlanta'daki bi' striptiz barın kibritler üzerindeki etkisi..

.

sanırım bütün hikaye ateşin icat edilmesiyle başladı. ardından insanoğlunun bütün enerjisi bu ateşi yanık tutmak üzerine gelişti durdu. devam eden süreçte ortaya kibritler çıktı, bildiğiniz kibritler. sonrasında yolum kesiştiği için bu kibritler sayesinde çok fazla hatıra biriktirdim, tabi kibritler de dahil. gittikçe çoğalmalarının ardından aralarından en nadide parçaları bir şekilde sergilemem gerektiği fikrine kapıldım ve sonrasında bu çıktı ortaya..


şuan kaderine terkedilmiş şekilde tavan arasında beklese de, bu belki de hayatım boyunca yaptığım en güzel şeylerden biriydi anılarım için. bir diğeri de bunları yazdığım malum yer..  sadece şunu anlatmaya çalışıyorum, her seferinde kullanıp yananları yere attığımız kibritler, ilk başka bahsettiğim amacın en güzel öğeleri değil de nedir? her birinin verdiği mesaj büründükleri renklerden çok, bulundukları anki sevincin birer protatipi gibi. sade oldukları kadar süslülerde. tıpkı atlanta'nın ücra köşelerinde size viski servisi yapan pink pony çalışanları gibi..

tek fark çıplaklık. elbette afrika dahil.. 




..week 44 is over!


balinalar, ben ve iki kadın hakkında..

.

latin tınıları eşliğinde seyr-ü sefer defteri yazılıyordu bu seferde de. kaptan kamarasından görünebilen ve bütün haşmetiyle bizi kendine hayran bırakan balinalar sayesinde. teknedeki herkes emeline bi' nebze de ulaşmıştı deniz tanrısı poseidon nezaretinde. kimi zaman yüksek sesle, kimi zaman da içimizden teşekkür ettik bütün bu olanlara..