kısım 1: yosemite'den başka gidecek yeri olmayan insanların ülkesi..

.

yolculuğun nasıl sürdüğünü tam olarak hatırlamıyorum. tek bildiğim sabahın erken saatlerinde yola çıkıp soluğu parkın sınırları içinde aldığımız. amacımız en azından giriş ücretini ödememek olsa da, içten içe daha fazla zaman geçirmek büyük paydayı alıyordu yeryüzündeki bütün saat dilimlerinde. evimiz, parka ortalama 1 saat uzaklıktaydı. mil olarak söyleyince daha karizmatik olduğunu düşünüyordum ki bu sanırım biraz daha mutlu ediyordu beni. ev sahibimizin yakın tutumu sayesinde olayın merkezindeydik, bu aşikar. çünkü doğanın içinde bu kadar güzel bir ev hayal etmemiştik ki galiba bizi heyecanlandıran en büyük nokta da bu olmuştu. yosemite'ye giriş 101'i aldıktan sonra, gerekli açıklamaları yapan ev sahibimiz bize evi gezdirdi. bu noktada durum üzüntü ile karışık bir hale geldi ki sanırım yosemite, hali hazırda böyle bir yerdi. eşinin hasta olduğunu söylediğinde yosemite bile naif kalıyordu, yaşlı vücudu karşısında..


kıvrımlı yollarında gün ağarırken yosemite'nin, ilk durak noktamıza gelmiştik. yavaş yavaş insanları görebilmek, onlarla aynı şerefe erişebilmek aramızdaki rekabetin hangi düzeyde olacağının işaretiydi. herkes bir yerlere yatişmeye çalışıyordu bu erken saatte. bıraktıkları ayak izleri kimi için dönüş yolunun pusulasıydı. yönlerimiz şaşmıştı her celsede, mahkeme salonun ise ağaçlarla çevrili koca bir ulusal parktı..


her adım bir sonrakinden heyecanlı olmaya başladığında, kimsecikler kalmıyordu etrafınızda. sevdiğiniz kadının elini dahi bırakıyordunuz gittikçe. sebepler hiç olmadığı kadar mantıklı geldiğindeyse yol, sizi hayatınızda daha önce hiç görmediğiniz bir gerçekliğe götürüyordu. peki asıl sebep bu muydu? bu gerçekliğe erişmek mi yoksa, içinde kalabildiğiniz kadar kalmayı amaç edinmek mi? her ikisi de çok yalın kalıyordu yosemite karşısında ve bu aciziyet insanlık tarihinin en kabul edilebilir olanlarından biriydi..


gölgesinde kaldığınız ağaçların yolumuza eşlik etmesi kadar, bittiklerinde bize bıraktıkları o muhteşem manzara az biraz görünüyordu ufukta. şimdi asıl soru, bu anı hafizalarımızın en nadide yerine nasıl dikecektik. güçlü kuvvetli olanlar kadar, zayıf olanların da saflarında bulunduğu bu ihtişamlı olay, papalık mertebesinde bile yerini bulmuştu. rivayetlerin önü arkası kesilmezken, dertler içinde boğulmak yerine göğsümüzü bu muhteşem an için açtık..

   

hava serindi. güneş yeni doğmasına rağmen hala esen az biraz rüzgar vardı kuzey batıdan. ayaklarımıza serilen her ne varsa zihnimizde de seriliyordu. uçsuz bucaksız bir güzellik için aranan bütün tabirler de yetersiz kalıyordu hatta. derdinden tasasından arınıyordu bütün münzeviler. himalayalarda bile böyle keşişler yoktu, yoktu bu sukuneti bertaraf edecek ordular yeryüzünde. ufka kement atmıştık kendi western filmimizde ve teksas kırsalları bulunduğumuz noktaya cidden çok uzaktı..


manzarayı ihraç edemeyen bir parktı yosemite ve bu yüzden turistleri ithal ediyor..


to be continued



..week 46 is over!