hayat ne güzel böyle kendinden bahsetmek filan


  • dikkat! bu yazı çok fazla "ben" içerir..



çoğu zaman fotoğraf çekmeye fırsatım olmuyor. daha doğrusu son zamanlarda bu böyle. hatta ekmek almaya giderken bile makinemi yanıma filan alıyorum. belki bir kaç bir şey çekerim diye. bu yazıda göreceğiniz fotoğraflarda işte bu anların bir demeti efendim. fırsat bulduğumda ne kadar utanmaz olduğumun alamet-i farikası belki de..

ya o muallayı sandala atıp, "ruhunda hicranını" söyletme hikayesi..
bazı zamanlarda aklınıza, dilinize takılan şarkılar vardır ya; benim de şu sıralar aklımda da dilimde de bu şarkı var. levent yüksel'den "dedikodu" hele de şu muallayı sandala attığı bölüm! bitiyorum yeminle. çok güzel çok nezih bir duygunun şarkısı. o eski zamanları akla getiriyor. şu elinde şemsiye, yüzünü peçeyle kapatmış güzel mi güzel kadınların; yakışıklı erkekler alsın diye yere attıkları mendilleri filan. yok yok anladım ben. o zaman daha güzelmiş sanırım bazı duygular..


kahve fallarına inanılmaya başlanılan zamanlarda yazılmıştır insanların hayalleri. bu anlarda bekler onları boş sandalyeler; gelsin otursunlar diye! bir umut içindir her şey, bir çay kaşığı kahveden arta kalan. şeker işin raconundandır. inceden bir sızıyı anlatır çoğu zaman bu fallar. yalan da işte bunun raconundandır..


silkelenip kendine gelsin hayat, söyleyin akıllı olsun..

ciddiyim bu konuda. kendi açımdan bunu düstur edindim en azından. böyle diklenmeler filan hoş oluyor. bildiğin kafa tutuyorum ızdırabın dibene. demli çaylardan daha bir zevk alıyorum. yemek yapıyorum boş olduğum her an. yemesem de mutlu oluyorum. tahrik olmuşken objektif olamıyorum bazen, bazen birilerinin adına dünyayı kurtarıyorum. para almadan! zevk için yapıyorum bütün bunları. o kadar masunsunuz ki küçük hanım; size boş zamanlarımda kurtardığım dünyalardan birini armağan ediyorum..


küçükken adımın neden uğur olduğuna dair sorular sorardım hep anneme; geçiştirirdi. sonra bir gün annem abimi ekmek almak için uzaktaki bir fırına yolladı. abim gittikten bir süre sonra döndü. yolda giderken annemin ekmek alması için verdiği parayı düşürmüş. annem üfleye püfleye yine para çıkardı o mutfak dolabının muhtelif bir yerinden. sonra bana verdi parayı ekmek almam için. artık abimin tekrar o parayı düşüreceğinden mi korktu nedir beni yolladı. daha ya altı, ya yedi yaşındayım. fırına giderken yolda az önce abimin düşürdüğü parayı buldum. işte o gün bıraktım adımın neden uğur olduğunu anneme sormayı..


burası evime yürüdüğüm yol. her gün gelip geçiyorum ama ilk defa bugün fark ettim bu kadar güzel olduğunu. sanırım her zaman böyleyiz. bizi birbirimize bağlayan her ne varsa sonraları fark ediyoruz ne kadar güzel, ne kadar özel olduklarını. ortak yanımız olsun olmasın bu böyle. izini kaybettiğimizde korkuyoruz takip ettiğimiz her şeyi. farkına varırsak ne ala, varamazsak işte o zaman başlıyor keşkeler..


dövme yaptırmaya karar vermemin bilmem kaçıncı yıl dönümünü kutlarken, acaba ne yaptırsam fikirleri dönüp dolaşıp hep aynı şey üzerine yoğunlaşıyor. ne olduğunu söylememi beklemeyin, yaptırınca görürsünüz. hem neden tüyo vereyim ki. -burada gülücük sımaylı var-  şu kadarını söyleyim; eğer istediğim gibi olursa hakikaten o dövme ile ölebilirim. evet yapabilirim..


çok megaloman takıldım sanırım bu sefer. hep kendi fotoğraflarımı çekmeler filan. aslında her fotoğraf çekme girişiminde bulunsam kendimi görmek isterim. bunu görebileceğim açılar yakalamaya çalışırım hep. bazen olur bazen de hiç göremem. bu da onlardan biri işte. nerede ne zaman bilmiyorum. benim işte efendim. fotoğraf çekerken ki ben..


uzun uzadıya yazıp kaçmak isterdim; lakin pek bir peksimet tadındayım. ısırınca dağılan cinsten. yazmak için yazmadım ha! yapmam öle şey. sadece haylazlığım üzerimde biraz. bahçedeki erik ağacından erik çalasım var. dallarını kırmadan ama. sonra tekrar geleceğimizi bildiğimizden yapmayız bunu. küçük bedenlerimizde bu kadar düşünceli ruhlar taşırdık işte biz. çocukken..


yok yok ben iyice dağıttım bu sefer. hani şu omuzlarını silkerek "banane banane" diyen çocuklar vardır ya; işte onlar gibi oldum. bu şahs-ı muhterem de ben efendim. kürdili hicazkar makamında bir taksimin tam ortasında, haber bile vermeden yapılmış bir yansıma. çekenin ellerine sağlık demekten başka bir şey gelmiyor elden. ha bir de üflediğimiz taksimi ona armağan etmekten..

elimize ne geldiyse koyduk kefemize. bu sefer böyle olsun..

sonrasında telafi etmek üzere,

selametle efendim,

devletle.