ikisıfırbirsıfır


şimdi ne söylemek lazım tam olarak bilmiyorum.. çoğu insan az sonra içeceği ilaç için yarım doldurduğu önünde duran su bardağa bakar saat 00:01 iken, kimi gözlerini kapalı ellerini kaldırmış bir halde kendinden geçer. ikisi içinde yıl aynıdır aslında ikibinon...

pek fazla güldürmeyen yıl değildir aslında, yoktur lan onun kabahati.. kader de değildir aslında, suçsuzdur o da. insanın kendidir aslında bahtını berbat eden. kırılası eli, kopası dilidir.. hep yenildiği nefsidir belki de!

şimdi gelecek noel babayı bekleyen bir sürü çocuk var ya? haah işte onlardır asıl kahraman. şu içine ettiğimiz dünya da bize hiç kızmayan, bir gün olsun darılmayan çocuklardır. yarınına bakmayı bile bilmediği şuan ki hayatına neler yaptık kim bilir, nelerin hakkından geldik. yazık!

iç karartan bir yazı oldu sanki bu. olsun varsın..
ben sadece görmek istemediğimiz bir gerçeği söyledim, gerisi sadece huzur!

sanırım şu anın en güzel parçası; "gamzedeyim deva bulmam, garibim bir yuva bulmam.."

ben içimden söylüyorum şuan ve o kadar mutluyum ki...

mecburi edit: mutlu yıllarınız olsun efendim.

sessiz bir savaş başladı! kazanan yine kadın..


sadece kısa giydiği için başlamıştı bu sefer,
o en beğendiği eteği giydi diye çıktıkları yemekte.
kadın hiç olmadığı kadar sakınmadı lafını,
ama yine de çıkardı eteği tek seferde.


tertemiz edit; kadının kaybettiği her savaş aslında kazandığı yeni bir zaferdir!


sebeb-i telif: vol 13


>>> artık zamanı gelmişti her zaman ki gibi bir sebeb-i telif'in. geldi de geçiyordu bile. fazla ara vermeden bir kaç dokundurma yapmak lazımdı bazı dertlere. tuz basmak lazımdı.. ahanda onu yapıyorum efendim. az sonra okuyacaklarınız fazlasıyla öznel kokacaktır. bundan mütevellit merak-ı iştirakınızı şahsıma savuracağınız küfürlerle gösterebilirsiniz. laf edersem kıçımda sivilce çıksın..

>>> renklere takılmamın sebebini açıklıyım hemen. genelde tekdüze bir hayat sürmem ama normalde bir kaç sıradanlığım vardır herkes gibi. iş bunların başında gelir. şu dönem bununda içinde olduğu hareketli dakikalar yaşadım. yaşattım belki de kendicazıma.. ondan seçtim bu fotoğrafı. renkli olsun, bizden olsun diye.. neredeyse bütün ana renkler var. beğendiğinizi alın, bendensiniz bu sefer.!

>>> evi değiştirdiğimi söylemiştim bundan bir önceki sebeb- telifte. şükürler çok olsun inanılmaz memnunum. yani eskisine nazaran boğazdan yalı almış gibiyim hatta. şu yeni hayatımıza giren residance /rezidıns diyolar/ mantığı gerçekten farklı bir yaşam tarzı. eve girişte sizi karşılayan hostesler. tertemiz basamaklar, sessiz sakin komşular /zaman zaman tabi/ hepsi güzel. evin konforu filan detsss ovsımmm ayarında. alışmadığım bütün lükslerim var şahsen.. hava mı atıyorum acaba? yok lan gerçek işte.. bildiğin saray yavrusu..

>>> ev demişken apartmanda oturan bekar hostese olan hayranlığımı atlamamak lazım. kendileri hadd-ı zatında bir asalet imgesi. hafif topuklu ayakkabılarının üstünde taşıdığı beden-i şahaneleri bir için votır! asansöre bıraktığı o parfüm kokusu desen cinayet işletir.. kendisine olan hayranlığımı ahan da buradan okuyabilenzi. ağızların da suyu akanzi..

>>> evet yine kafama esti. yaptım yine yapacağımı.. gidiyorum yine sırt çantamı alıp../inşallahları duyar gibiyim/ bu seferki durak ispanya efendim. tamı tamına 7 gün. hayat felsefesinde gitmedik yer bırakmayacağına and içmiş birisinin yazılarına okuduğunuzdan olsa gerek; buna da inanın bence. aldım biletimi.. bunu da yapıcam anlıcanız bir sorun olmaz ise. olmasın diye de elimden geleni yapıcam ayrıca.. amaç biraz aşk, biraz hayat felsefesi diyelim. "aşk" dediysek tabiki arma-forma aşkı. renklere olan aşktan başka bişey değil kısaca. dedik maden iapanya'da oynayacak takım, bizde orada iken yalnız bırakmak olmaz.. bunu da yapar bu beden dedik.. yapıcaz inşallah.. bu sefer üçlüyü atletico madrid'in stadını inletirken dinlicek televizyon başındakiler. şimdiden mübarek olur gazamız inşallah..

>>> anlatıcak çok şey varmış yazdıkça geliyo aklıma.. yahu benim master bitti malum. ee şimdi bunun bir de askeri master'ı dediğimiz vatan borcu kisvesi altına gizlenmiş kısmı var. yapıcaz bizde tabi.. kaçtık kaçacağımız kadar. yumurta geldi bilmem nerelerime.. o yüzden kafamda belirlediğim tarihte /söylemem ama/ yol göründü bu kişiye. içim rahat.. geride kalan sadece anne-baba! onlarda alıştı zaten bu delinin başını alıp gitmesine.. yeter gayri durduğumuz..

>>> annemi yaptığı o lahana turşusunu için buradan bir kez daha kutlamak isterim. şahsen bir insanoğlu bir lahana sebzesini bu kadar lezzetli hale getiriyorsa ben bu işte bir kusursuzluk kokusu alırım.!!! ben böyle bir lezzet görmedim hacı. nasıl bir kıvamdır nasıl bir demagojidir lahananın kendi içinde anlamış değilim vallahi. lahanaya sorsan kendinden utanır vallahi. yapar bunu.. hayır sordum ondan biliyorum.

>>> hacım şu twitter olayı baya güzel bişey. şimdi; "feybukun olmayan biri olarak konuştuğum için böyle olabilir" deyin bir kaç kişi var aramızda ama değil bro değil. olsa söylerim valla değil..

>>> hayatında bot giymeye alışmamış, yağmurda hep ıslanmış ayakla eve gelen biri olarak küçük bir itirafta bulunmayı yanlış görmüyorum. bot iyidir, bot candır!  evet anladığınız üzere artık ara sırada olsa bot giyiyorum. artık ayaklarım kuru, keyfim yerinde. annemi duyar gibiyim şimdi.

- oğlum hiç bakmıyosun kendine! hasta olursun allah korusun..

>>> anlattıklarım böyle gittikçe kısalıyor ya, işte buna bayılıyorum lan :) valla güzel oluyo böyle uzun uzun başlayıp yavaştan kısaltmak. tek tükte olsa arada giydirmeler filan. iyi iyi..

bitiriyim artık buraya kadar gelmişken. yeni yıla da az kaldı.. unutmadan o günde bir yazım var. hemde güzel bir süprizle birlikte. küçük ama hakikaten güzel bir süpriz. küçük bir ipucu vermeden edemeyip fotoğraf aslında diyim ben siz başka bişey anlamayın...
neyse öyle işte anlattım birikenleri. aslında daha fazla ama onlar süzgeçten geçenler. bunlarda kalanlar. önemli olanlar. gerisini salla gitsin.. hayat malum detayları pek önemsemiyor. en azından benim için öyle..
kısa bir süre sonra görüşmek üzere..

sütyen kullanmayan memeli hayvan ankara stüdyolarımızdan bildirdi...

iyi seyirler..

insan kaynaklarından aylin hanım ile görüşmek


kendisinin bir de saçma sapan tavırları vardır. "siz geçin görüşme odasına geliyor kendisi" gibilerinden! zannedersin reys-i cumhur gelecek.. gelir 15-20 dakika sonra topuklu ayakkabısı ve elinde bir ajanda ve dosyayla. oturmadan sorar; "bişey içer misiniz?" ulan sanki "evet içerim, şalgam ver" desem verecek. yahu iş görüşmesine gelmiş, kaderi senin elinde olan bir insan senden içecek bişey ister mi hiç? mantıklı düşün azıcık..!
başlar konuşmaya.. ilk sorusu hep; "neden biz?" olurdur.. nasıl bir soru bu hacım ya. ulan bin tane vardı da ben seni seçmedim ki. ben başvurdum işsiz olduğum için sen aralarından beni seçtin. asıl sen söyle neden ben?.. ama işte sorulmaz, el kol bağlı tabi..
sorulan sorular, tecrübeler filan hepsi bittikten sonra yavşak bi gülümseme ile sorar;
- benim soracaklarım bu kadar, var mı sizin soracağınız bişey? 
yoktur tabiki.. kaderiniz o ajandanın içindeki kariyer netten alınmış çıktının içindedir. ve işin kötü yani olay bu ablamızda biter..

foto için edit:  yazık lan çocuklara..

yeni yıkanan kotun uzun süre kurumaması

bence yüzyılın sorunlarından biri bu. günler önce yıkanmış, itinayla kurutma askısına asılmış kot pantolon nedense kurumaz. camlar açılır, sobanın yanına konur ama nafile.. genellikle bel kısmında ve cep bölgelerinde olur bu.. içindeki kumaş parçası genellikle ıslaktır ve giyince tene değdiğinden üşüntü gelir bünyeye..
yattığım yerden yetkililere sesleniyorum; bi el atın şu işe..

dıt dıt edit: şimdi baktım haala kurumamış. oha lan!

ineceği durağı bilmemenin verdiği tedirginlik


ilk defa gidilen şehirde yaşanır genelde.. binilen otobüste, dolmuşta hep vardır bu tedirginlik. metroda, tranvayda pek yoktur ama yinede içten içe kendini belli eder. yanına gideceğiniz kişi size "park durağında in, ben ordan alırım seni" şekline bir koordinat verir. sizde bindiğinizde ya şoföre ya da muavine söylersiniz "park durağında inicem ben, geldiğimizde haber verir misiniz" diye..

buraya kadar her şey normal seyrinde ilerler fakat durulan her durakta, geçilen her parkta bu huzursuzluk baş gösterir. artık dayanılmaz seviyeler ulaşır, saatlerdir tuttuşuğunuz çiş gibi.. muvane yahut şöföre sorulur; “ben park durağında inecektim ama, geçmedik di mi?”

isteyerek olmamıştır bu mecbursunuzdur, kısacası o muşmula suratlı adamların yüzüne pek hevesli değilsinizdir. zaten cevapta pek gecikmeden gelir; “ya tamam aklımızda, indircez biz seni. daha çok var..”

“daha çok var!”

var varda ne kadar çok? senin çok anlayışımla benim ki bir mi?

yolculuk devam eder.. yine duraklar geçilir, yine parka benzeyen garip yerler.. işin kötü yanı inen yolcular olmasına rağmen binenlerin yüzünden arkaya doğru ilerleme, şöför ve muavinin o şevkatli(!) kanatlarından ayrılma durumu olur. gittikçe arkaya doğru ilerleme, sizdeki bu huzursuzluğun artmasına ve “ya beni unutursalar” tedirginliğinin eklenmesiyle tavan yapar..

sonunda imdadınıza yolculardan biri yetişir;

- siz park durağında mı inecektiniz?
+ evet
- burası park durağı..

metal insanların sene-i devriyesi


bizim imamlardan biri bu yurtdışı tayinlerinin ilk başladığı dönemde almanya'ya gönderilmiş. tabi amaç din olsa da işin ucunda da birazcıkta para var.. neyse alışma devrelere derken bizim imam bir gün camiye gitmek için binmiş otobüsün birine. binerken de bileti olmadığından mütevellit şoföre uzatmış parasını. şoför bizim hafif kirli sakallı, kumaş pantolonlu imamı görmüş tabi, hafif bir gülümsemeyle uzatmış paranın üzerini..

neyse bizim imam hiç bakmadan koymuş cebime geçmiş arkaya doğru oturmuş bir yere.. şeytan bu ya birden bakma gereği duymuş paraya. çıkarmış cebinden paraları saymış! bakmış ki 1 mark fazla. ulan demiş acaba yanlış mı saydı? tekrar saymış hakikaten de bir mark fazla.. bizim şeytan dürtmeye devam etmiş bizim hocayı. hoca içinden; "amann götürmesem nolur sanki" deyip koymuş cebine parayı.. iman bu olsa gerek ya birden kalkmış yerinden şoföre doğru seyretmiş. gidip uzatmış bir markı, fazla verdin demiş. şoför o gülümsemeyi tekrar takınıp suratına; sen müslümansın di mi? demiş. hocam hain bir gurura meyl etmiş bir halde; "evet öyleyim" demiş. şoför patlatmış peşinden lafını; "ben sana bilerek verdim o bir markı, acaba geri getirecek misin diye merak ettim. siz müslümanlar çok dürüst insanlarmışsınız, hakkınız olmayanı almazmısşınız. acaba gerçekten öyle misiniz diye yaptım. müslümanlık bu olsa gerek diye düşündüm" demiş..

hoca durağa gelip o iki üç basamaktan inerken içinden; " ulan görüyor musun az kalsın satıyorduk dinimizi bir marka"..

nereye bağlıcam; şimdi bizde mi satalım bu toprağı 1 kuruşa, üç beş çapulcunun masasına meze mi yapalım?? hakikaten olmayacak duaya amin diyorlar, bilmiyorlar mı acaba ateşim ilk önce alevi çıkar sonra dumanı.. sıvamayın lan paçaları! zira sıvayacak bacak kalmayıncaya kadar budarlar dallarınızı!.

resmi edit: hayatta yapmıcam şeyi yaptırdınız lan bana! sokarım sizin yapcanız siyasete..


kırmızının asıl hikayesi


kırmızının tonları konusunda çeşitli araştırmalar yapılıyor bilimadamaları tarafından. hangisinin daha canlı hangisinin asıl kırmızı olduğuna dair..

şimdi bunların hepsini bir kenara bırakıp asıl olanın insan olduğu hiç ama hiç el değmemiş bir asilliğin metabolizmasına beraber bakalım. efendim, malumunuz heraklitostan beri insanoğlu savaşır. kimi kazanmak için savaşır, kimi mecbur olduğundan dem vurur. ama eninde sonunda dökülen kandır! rengi ise malum.. mantığını aradığım için değil sadece merakımdan ötürü yazıyorum bunları.  bakıldığında hiç bir vakit kan dökülmeden elde edilmemiş üzerine bastığımız toprak, aslında hep kazanan da o olmuş. biten savaşın sonunda  o içmiş hep akan kanı, o çekmiş içine... şimdi bir kez daha düşünmek lazım zannımca nerede bunun kazananı?? hangisi galip bu savaşta??


tekrar geri dönelim asıl kırmızının hadd-ı zatına. bakalım hangisinin asıl kırmızı, hangisi gerçek kanın testlerde çıkan sonucu...

zamanın behrine adamın biri camiden içeri girmiş. geçmesine az bir süre kalmış namazını kılmak için geçmiş caminin bir köşesine almış tekbiri.. namaz vakit olmadığından camii boş, kimsecikler yok. adam tekribi aldıktan sonra kılmış akşam namazının farzını kısacık bir sürede. toplasan üç rekat, işide acele neredeyse bir dakika bile sürmemiş namaz. adam selamını vermiş kalkmış giderken yanı başında kur'an okuyan yaşlı amca seslenmiş bizimkine;

- sen ne yaptın az önce?
+ namaz kıldım amca, allah kabul ederse..
- cahil cahil konuşma! öyle namaz mı olur yatıp kalktın alelacele.. kıllınmaz öyle namaz otur adam gibi tekrar kıl!..

bizimki artık yaşlı adama saygısında mıdır nedir bilinmez tekrar dönmüş kıbleye almış tekbiri, durmuş namaza.. bu sefer sakin, yavaş bir halde kılmış namazını. ilk kıldığının neredeyse üç katı sürede..

vermiş selamı, etmiş duayı kalkıp giderken bizim yaşlı amca sormuş tekrardan;

- allah kabul etsin delikanlı.. söyle bakalım hangisinden daha çok zevk aldın kıldığın namazların, ilkinden mi yoksa ikincisinden mi?

bizimki kendinden emin tok bir sesle; "tabiki ilkinden" demiş..

yaşlı amca kızgın bir sesle, hafiften de bağırarak; "dalga mı geçersin bire deyyus! öyle hızlı namaz mı olur. birde ısrar edersin yanlışında!" demiş..

bizimki kendinden daha da emin sakin bir ses tonuyla; "ey amcacım, ilk kıldığım namazı allah rızası için kıldım, ikincisini ise senin için. işte bu yüzden daha güzeldi.." demiş..

asıl kırmızının hangisi olduğuna gelince; eğer varsa içinde rengini verdiği kandan bir damla bile, asıl kırmızı o değildir.! gerisini inanın ki bilmem...

hayata dair iç burkan detaylar *


artık ülkenin içinde bulunduğu durumdan mıdır, yoksa türk insanının alçak gönüllüğünden midir bilmiyorum otobüste rastladığım bir telefon konuşması...

bazı zamanlar siz aslında karşı taraftakinin ne dediğini duymazsınız da, duyduğunuz insanın verdiği cevaplardan karşıdakinin ne sorduğunu az çok çıkarırsınız ya işte öyle bir hikaye. artık iç mi burkar, yoksa bunu okuyan bir kaç cebi dolgunun ya da oturduğu koltukta bir imza atmak için sizi köpek yerine koyan makam sahibinin yutkunamamasına mı sebep olur bilmem. hepsinin sütüne vicdanına..

sonbahar yağmurunun aniliği, havaya güvenip üzerine bişey almamanın acizliği. hepsini üstünde toplayan bir şehr-i sitanbul akşamı.
otobüs hiç olmadığı kadar sakin, hatta boş denecek kadar az kişi var. işin garibi saat geçte değil, millet işten çıkalı toplasan 2 saat olmuş. nerede bu insanlar der gibi bakıyorum etrafa... sonra duraktan sırılsıklam olmuş hırkasıyla bir adam bindi. akbil basmadı, belki de basamadı.. geçti cam kenarındaki koltuğa oturdu. otururken de hafif bi tebessümle küçük bi selam. otobüsün boş olmasından mıdır dedim ama adam tıka basa dolu olsa bile verirdi o selamı zannımca..

parasını verdi muavine, üzerini aldı. bakmadan cebine koydu. içimden dedim; "ulan adamdaki güvene bak, belki eksik verdi!.."
sonra koluyla buğulanmış camı sildi. ezberlediği yolu bir kere daha görebilmek için. bakadurdu yorgun bir halde yarenine.. birden elini cebine attı, telefonunu aldı. ama sanki bir şey söylemeyi unutmuş ta geç kalmadan araması lazımmış gibi aceleyle. aradı..

karşısındaki sanki onun arayacağını tahmin etmemiş gibi açtı. adam şöyle söyledi alodan hemen sonra; "benim hilmi abi tanımadın mı?"
başladılar hoşbeşe. kimseciklerin olmamasından bütün muhabbet inliyodu otobüste. o kadar yalın ve saf bir konuşmaydı ki; telefondakini duymasam bile ne sorduğunu, ne söylediğini çok rahat çıkarabiliyordum. hal hatırdan sonra karşı taraftan can alıcı soru geldi. "başladın mı çalışmaya?"

- evet hilmi abi. başladım çok şükür..

kısa, öz ve şükreden cinsten! karşıdaki devam etti soruya; "nerde, fabrika işi mi?"

- öyle hilmi abi fabrika işi, tekirdağ'da.

kaldım! dedim oturduğum yer tekirdağa 85 km. adamın bindiği yer ise oraya en az 110 km. içimden nasıl olur filan derken karşı taraf hikayenin asıl kahramanını sordu. "ee maaş nasıl peki?"

- çok şükür hilmi abi. idare ediyor. 780 maaş, sigorta, yemekte fabrikada. hanım bırakmıştı işi biliyosun. o bırakmasa iyi olacaktı ama hayırlısı. evi değiştirdim bende. - halbu ki değiştirmek istediği konu- biraz yakına geldim iş için. -yakın dediği 110km- kirası da iyi 500 milyon. iyi ısınıyo allah'tan. diğer evde biliyosun çocuğun halini..

ben halen aklımdan o basit matematik problemini çözmeye çalışıyorum. 780-500= ...
ulan diyorum içimden nasıl yani! alınan para, kalınan ev, yenilen yemek, yakılan soba, bakılan çocuk! hangisi bu filmde başrol oyuncusu?? hangisi asıl kahraman, iyi mi bitecek bu filmin sonu??

bilmiyorum nasıl bitiyor, ya da bitecek mi. tek bildiğim camın buğusunu sildiği hırkasının ıslaklığı, camınkinden kat kat fazla olduğu.. ve ne yazık ki aldığı para üstü yarın sabah bineceği dolmuşun parasının yarısı..


başlık sözlük jagonudur, itibar eyleye..