havalimanları ve çaydanlıklı katil


İç bükey aynalar gibi geldim bu sefer. Hani şu baktığınızda farklı gösteren cinsten. Ama bakmayın utanıyorum. Daha yeni büyümüş veledler gibi. Sümüklerini annesinin ördüğü kazağın koluna silen veledler. Yalan söyler ben yapmadım diyen, ben bilmiyorum diyen hilafın dik alasını yapar. O yüzden susun ve kabul edin. Siz de yaptınız...

Yine garip başladım yazıya, muz tabir ettiğimiz ortaların biriyle geldim. Nadir gelişen Osasuna atakları gibi zaman zaman tehlikeli oluyorum bu aralar. Ne biliyim tehlike kokuları almıyorum ama hadi hayırlısı. Alt satıra geçmeden hemen başlıktaki tezatlıktan bahsediyim. Şöyle ki efendim; başlığa bakarsanız havalimanlarından bahsetmem gerekiyor; fakat araya giren çaydanlık mevsuhu olayın yönünü farklı cenaplara çevirdi. Hadi hayırlısı bakalım. 
Pipi gibi Dipnot:  {cenap; taraf anlamına gelen arapça bir kelimedir.

Havalimanları haşlanmış yumurtanın ta kendisinidir efendim. Çok beklediğiniz de kaskatı kesilir, eğer çok kısa sürerse bu buluşma çok cıvık olur. Ortasını tutturmak ise biraz şans birazda beceri ister. Ama mutlu olduğum yerlerden biridir şu havalimanları. Bazı özgürlük hissi veri, bazı ise mest eder beni. Çok anlatmaya gerek yok. Aslında ne zaman gitsem mutlu oluyorum. Açıklamıcam ulan sebebini, yani fazla anlatmıcam. Bahsettim biraz ordan süzün bişeyler. Olmadı posasını yiyin, süzgeçte kalanları atın ağzınıza. Tadi fena değil, güzel hatta. Siz bakın hele bi eğer beğenirseniz ben yollucam size...

Gelelim çaydanlık mevzuhuna; havalimanı ile bağlantısı konusunda gerçekten bir kuramım yok. Yani ben kuramadım. Kursam da olmazdı sanırım. Kısaca babasının kafasına, sadece çok hızlı çay içiyor diye çaydanlıkla vurmayı planlıyan insanlar var çevremde. Yani Steven King tarzında cinayetler planlayan, onları hunharca işlemek isteyen. Yatağına yattığında yorganı kafasına çekip, el fenerini kendi yüzüne tutan, bembeyaz dişlerini masum ayaklarına yatıp etrafa gösteren, sonra gidip Colgate reklamlarında onları sergileyen caniler. Pişmiş aşa su katan, annesinin yıkadığı tülleri asacak kadar uzun boylu caniler. Korkmuyor değilim, çekiniyorum hatta. Belki emelleri beni de öldürmektir. Belki evlerinde bulunan o dondurucuya beni de koymaktır. Hede hödö size, ayıp ayrıca yaptığınız. İnsan babasının kafasına çaydanlık vurmak ister mi ya..? Bir de demez mi, sadece vurucam içinde ki suyu dökmicem diye...



Atlanta Havalima'nından gelen edit, büdüt: Havalimanı mevzuhu göte gitti, Allah  senin gibi canıyı bildiği gibi yapsın ne diyim :)

ıslak saç ve fön makinesi üzerine bir araştırma

Dikkat; az sonra okuyacağınız yazı sadece bir tespit olup, genelleme yapılmaması, acaba ben böyle miyim diye kişisel sorgulamalara mahal vermeyecek şekilde özümsenmesi önemli rica olunur. Evde de tek başınıza deneyin, sorun filan olmuyo..

Beyaz bir silahtan beklenilen sadece insan öldürmek midir? Soruyu sorup kaçmak vardı; ama yapamadım. Kaldı ki bu bir silahta değil. Bildiğiniz fön makinesi. Vallaha yaa bakmayın öle, bildiğin fön makinesi. Nereden çıktı ulan bu konu şimdi diyenleri görüyorum ayağa kalmanıza gerek yok, oturun...

Yaptığım ince, detaylı ve pofuduk incelemelere göre; insanlar banyo yaptıktan sonra saçları yaşken daha agresif oluyorlar. Evet yalnış duymadınız daha agresifler. Belki doğru kelime değil; ama tespitimde rastladığım en baskın hareket bu! Ellerini daha fazla sağa sola sallıyorlar, daha fazla insanların üzerine gidip onları daha çok tersliyorlar. Tamam belki onların doğal hali olabilir, belki onlar hayatlarını böyle devam ettirdiler; fakat kardeşim ben tanıyorum böyle değiller. Yani onlarda sakin oluyorlar, onlarda içten oluyorlar. 

Mesela bir keresinde saçı ıslak, fön çekilmemiş (daha doğrusu kurutulmamış) halde konuştuğum şahs-ı muhteren bana bağırdı. Kelimeleri sevmediğim bir yemeği annemin yedirmeye çallışması gibi ağzıma tıktı. Savundu, savundurmadı. Esti, üşüttü hatta. Bunu istatisliklere vurduğumda ise bu 3. (üçüncü) kereydi. Yani o hep banyodan çıktığında, saçı ıslakken ve fön çekmemişten çok asabiydi. Tamam belki ruh hali öyleydi, belki sadece o an içindi; ama bana çok bağırdı. Teşhis doğruydu yani...

Sonuç olarak ülkemizin %76'lık kısmı (bu orana da nasıl vardıysam) banyo yaptıktan sonra daha agresif, daha pofuduk ve daha gogolok oluyor. Hakkaten öyle oluyor, dikkat edin sizde fark edeceksiniz. Benden söylemesi, siz siz olun yeni banyo yapmış, saçı ıslak birine daha sakin davranın. Çünkü onlar o haldeyden 26 kaplan gücündeler. Öyleler vallahi, vallahi öyleler...

Tespitimde son devrelere girildiğinde ise bu tavırların daha azaldığı, bunu onlara anlattığımızda kabullenme hatta ve hatta yaptıklarından mütevveli üzülmeler görülmüştür. Bu da onlarda ki bu garip tavırların aslında istem dışı yapıldığını ve geçici tribal enfelsiyonlara sebep olduğu sonucunu çıkarmıştır.

Araştırmamız kısaca bu şekildedir. İnsanlığın yararına olması dileği ile;

Araştırmayı yapan kurum; Kapris, Trip ve Saldırılara Göğüs Germe Birliği Jamaica Şubesi
Araştırma görevlisi; Dudak Nemlendiriciyi Severek Kullanan Oluklu Mukavva
Denek; Yarım Kilo Çikolatayı Bir Oturuşta Yiyen Uzun Yol Kaptanı

Metrobüs SSK Hastanesi Durağı'ndan gelen edit; Bağırmadı efendim, sadece sesini yükseltti :)

savaşı kutsal yapan baltalar


Aylardır dolapta bekleyen peynir tabağı gibi geldim bu sefer. Garip bir geliş anlıcanız. Sebebi belli olmayan bir savaşa başlamak belki de. Kazananın hiçbir zaman belli olmayacağı, olamayacağı bir savaş. Sınırları belli o hayal ülkesine fethe çıkılmış, o engin tepeler aşıldığında karşısındakini görüp sadece bakakalmış bir ordunun komutanı var karşınızda. Dizlerinizin üzerine çökün ve başınızı önünüze eğin; çünkü hüküm de benim hükümdar da...

Hadi şimdi devam edin ne işle uğraşıyorsanız, bırakın bunu okumayı. Daha feth edilecek çok ülke var. Tabi sizin için...

amerika vizesi


Hoşşşşşşşşşiiiiiikkkkk diye geldim bu sefer... Vallahi özlemişim yazmayı. Nedir ulan bu yoğunluk ben mi kurtarıcam Turkcell'i. Çalış çalış nereye kadar.? Aslında iyi de olmuyor değil; ama yine de yorucu be kardeşim...

Bu sefer ceza sahası dışına çıkıyorum, yazarken neler hissedicem, neler yapıcam orası mechul. Konu da zaten olmadık  zamanda gelen misafir gibi, gereksiz belki. Markette yeni çıkan bir ürünü görüp acaba nasılmış diye merak edişler barındırır içinde. Barındırsın dursun ben yazıcam valla...

Başlıktan da anlaşılacağı üzere bu sefer Amerikan Vizesi'nden bahsedicem. Tamam nerden çıktı şimdi sorularına açığım baştan söylüyorum. Belki olmadık zamanda gelen misafirden öte, en sevdiğiniz t-shirte çamaşır suyu damlaması gibi. Garip anlıcanız, enterasannnnnnnnnnn.

Malumu olanların üzre, bilinen en garip vizelerden biridir ABD vizesi. Hani gerekli midir, lazım mıdır orası tartışılır. Ben milliyetçiyim hede hödösü içindeki bukalemun kılıklı çamaşır kurutmalara ise dicek lafım yok. Kıçımı yesinler. Neymiş ABD şöyle, ABD  böyle. Emperyalistmış, Q klavyeymiş, F kalvyenin .ötüne koyarmış filan. Koysun dursun sizene ulan:) O yüzden umrumda değil, siz de anladınız sanırım.  Yani kızdığım nokta, sevmezler etmezler; ama gelin gidiyoz diyince "Ben hazırıııım" diyen de ilk onlar. Anlamadın ne ayak..? Hayırlısı artık...

Geçenler de yine yolum düştü Amerika Konsolosluğu'na. Bilenler bilir. İstinye'de yüksek bir tepede konuçlanmış [bu arada konuçlanmış kelimesini ilk kez kullandım baya zevkli lan :) ]  gördüğüm en sıkı güvenliğe sahip bina. Gerçekten manyak adamlar. İçerinin planını öğrenmeyesiniz diye sadece asansör ile gidiyorsunuz görüşme bölümüne. Kapıları açmak zaten başka dert. İnanılmaz ağır ve sert. İki kişi anca açabiliyor. Belki haklılar orasını bilemem; ama sanırım bizim bok yememiz bu. Ne bok yediğini bilmeyen dallamalar gidip Amerika'ya zarar vericem diye elinde kıçı kırık silahla o binaya saldırıyor. Olan yine bizim polisimize oluyor. Ne diyeyim ki ben bu tezek beyinlilere, Allah belanızı versin..!

Konu dağılıyor gittikçe toplayayım. Öyle işte yolum düştü demiştim. İçeride duran fenerbahçeli bir kusmuk var. Heryere bayraklarını filan asmış. Resimler filan. Hayır fenerbahçeli olduğu için demedim. İnsanlara davranmayı bilmeyen bir sıçmık o. Gelenlere tavırları, hareketleri filan; sanki kendi veriyor vizeyi. Ulan laktik asit sana noluyo? Sadece evrak kontrolü yapan bir çuvalsın. Haa bir de Türk haaaa. Amerikalı olsa anlıcam, dicem gıcığı var adamın Türklere. Ama yok kardeşim. Milletin evrağına bakıyor, bu olmamış , bu olmamış filan yırtıp atıyo. Yani biraz daha saçmalasa dicektim valla noluyo lan bok çuvalı, adam gibi davran insanlara, Türkiye burası..! Neyse ki duruldu biraz, sakinleşti sap. Akşam karısından azar yer böylesi, gelir sabah millete patlar. Bildiğin bankacı yani :) Öle işte durum bu anlattım valla. İster okuyun ister okumayın. Severek yazdım bu sefer. her zaman ki gibi içten yazdım ayrıca. Yazıdan çıkarılacak derse gelince; Anam, yavrum, kuzum. Siz siz olun Galatasaray formasıyla filan gitmeyin ABD Konsolosluğuna. Valla kapıdan almaz o tosbağa sizi. Kalkmış mirim, adamın götü kalkmış...!



İstinye taraflarından gelen edit:    Bu arada gitmişken 10 yıllıkta ABD vizesi aldım :) Napıyım seviyolar beni :)))

sebeb-i telif vol: 5

Bir araya giriştir bu yaptığım, küçük bir debelenme çabasıdır...
Hededir, hödödür...


>>> Şu ortasında beyaz çizgi geçen yeşil silgiler geldi aklıma. Hani ortasından delik açıp içinden ip geçirdiğimiz; ama yine de kaybettiğimiz. Kendileri sanırım şuan üretilmiyor. Bir çoğumuzda eminim çokça anısı vardır. Bende erken kalkılan sabahların, soğuktan titreyen küçük çocuk bedenlerinin ve bir lokma bile yiyemeden gidilen sabahların anısı, belki de acısı var. Cebe konulan ve sadece bir simite yetecek kadar para; aslında öğle yemeğinde kesinlikle eve gelineceğinin göstergesi. Yahut, senenin başında alınan yağlı kağıttan takvimlerin ciltlediği defterleri eldiven takılı olmayan, sadece kendine bile yetmeyen nefesle ısıtılan küçücük ellerde taşımanın verdiği o rahatlık, üstüne üstük cesaret var...

>>> Bir gün önce Hz. Mevlana'nın bir şiirini belki de en güzel şiirini yazdım. Onun üstüne yazmak, bir şeyler anlatmak gerçekten çok saçma. İfade etmeye kalkışmak bile sanırım ahmaklık... Gereği düşünüldü şeklinde biten bir davada hep mahluk gibi hissedersiniz kendinizi. Oysa ki mahluk beklenilenden çok başkadır. Hz. Mevlana'nın Şems'e olan aşkı gibi...

>>> Bırakıp gidenleri hatırladım bugün, belki de arkasına bile bakmadan terk edenleri. Helallik vermeden, yüzünü bile göstermeden gidenleri. O kadar ani gittiler ki hayatımdan, her seferinde gelişlerini bekledim. Sonradan ziyaretlerine gittim. Sadece su dökmek için çatlamış topraklarına. Ruhlarınız şad olsun...

>>> Hep eskiyi hatırlıyorum bugün. Banyo yaptıktan sonra geldiğimiz oturma odasını mesela. Soba borusundan akan o siyah kömür isi, onu engellemek için altına bağlanan mintax kutusunu, Tüten soba sonrası açılan camın odayı soğutmasını, hepsini. Bir özlemden öte bilindik bir besteyi acaba çalabilir miyim diye tekrar eline almak gibi. Meğer çalabiliryormuşum, bravo bana…

>>> Eskiyi anlatmaktan, yaşamaktan hatta dinlemekten bıkanlara olsun bu yazdığım satırlar. Atın ulan kendinizi yanan ateşe, atın ki yanasınız. Sesiniz çıkmasın, inkarınızdan mütevveli eskiyi. Hiç utanmadan yaptığınız bir dehşeti, insan öldürmeye meyl etmiş, kendini haşa Allah sanan deyyuslara olsun bu yazdıklarım. Korkunuz bile az gelecek size, daha neler göreceksiniz neler. Su diye inleyeceksiniz yağmurlu havada. Ahlakınızı satacaksınız ulan bilmem kaç paraya. Kıymak nedir bileceksiniz bir çocuğun canına! Aha da yazıyorum buraya. Bulacaksınız belanızı..!

>>> Bu sefer fazla fevri oldu yazdıklarım, belki de en özeli. Ama vardır bir sebebi, olmalı daha doğrusu. Fotoğraftan bahsediyim bu arada; Amerika'da çekilen bir an. Hayatımda verdiğim en güzel, en özel poz sanırım. Özgürlük duygusu mu dersiniz, yoksa özgürlüğün ta kendisi mi bilemem. Sanırım nesilden nesile geçecek bir vasiyet olacak. Tıpkı duvarda asılı duran Köstekli Serkisof Saat gibi…

>>> Ha unutmadan; bugün benim doğum günüm..!

tek parçalı puzzle



Murphy'nin altın kuralı; "Altını olan, kuralı koyar..!" Kuralları koyma zamanın geldiği bir anın sabitlenmesidir yukarıda gördüğünüz fotoğraf. Beyaz pardesüsü kışın asaletini ne kadar üstünde taşırsa taşısın, ondan daha çok kendi katmıştır bu asaleti geldiği bu şehre. Trenden indiğinde o kadar şaşkındır ki, ilk gelişi olduğu bellidir tıpkı benim gibi...

"Acaba nereye gitmeliyim ?" sorusunun cevabını elinde tuttuğu kağıt parçasında aramakta; bulursa da kimselere söylemeyecek bir sırrı bulmuş gibi sevinecektir. Baktığı tarafta Vatikan var; hani şu nüfusu 4000 civarında dünyanın en küçük ülkesi. Papa'nın ebedi istirahatgahı, şekl-i ihtişamını sebeb-i iştirakından alan... Uhrevi bir ritüeli almış kenara koymuş gibi durur ortada öylece, bakıp sadece susarsınız..!

Olası bir yanılgı; akşam saatlerinde indiği şehirde kaybolmasına sebep olacak, belki hiç olmadık bir güruha dahil edecektir onu. Hani şu geldiği ülkede yahut şehirde sadece orda olmak için bulunduğunu belirtmek için; ne ete ne göte gelenlereden biri gibi...

Tercih onun ben sadece onu izledim, sonunda dayanamayıp fotoğrafını çektim bir de. O bunun farkında değil. Sadece kaybolmak üzerine tesadüfi bir kronoloji çıkartmış Luis Vuitton çantasından, 71 parçasını oraya buraya saçmış toplamaya çalışıyor... Çalışsın dursun, ben size fotoğraftan bahsediyim;

Fotoğraf, Roma Tren İstasyonunda çekildi. Sırt çantanım ağırlığından olsa gerek, yere oturmuş 4 saaten fazla süren yolculuğun yükünü atmaya çalışıyorum. Hava soğuk, belki biraz yağmur... Aynı vagonda olduğumuz, sadece pardesösünün rengine gözümün takıldığı, tanımadığım etmediğim o bayan çıkageldi. Elinde Roma haritası, sadece bakıyordu. Kendine güveninden mi olsa gerek tam bilmiyorum, kimseye sormadı. Belki de soramadı... Bu arada onda ki bu endişe, boynumda asılı makineme öyle bir baktı ki sanırım benim bile çekmeme gerek kalmadı o anı..!

Keşke yanına gidip gösterseydim fotoğrafı; al naptın bana bak deseydim...

Mutlu musun şimdi..?

topitop'un tarihçesi


"içsel gecelerin düşsel avuntularına sırt çevirip senden söz açmak... güzeldi !.." Bir alışkanlıktan öte olan şeylerden bahsedicem bu sefer. Belkileri tutup kulağından yanıma oturtucam, ona nasihatler edicem bildiği şeyler hakkında. Kendine pay çıkaranlar için sadece bir nasihat; pay öyle çıkarılmaz işte böyle çıkarılır..!
başlangıca bakarsak bahsedeceklerim çok önemli gibi durmakta. Bilinler bilir, ben sadece detayları anlatıyorum. Hepimizin yaşadığı, o yazı tahtasına tırnaklarını süren çocuk edasıyla. Belki sinir bozucu ama; okuyunca yüzde beliren gülücükler için para almamam sanırım durumu eşitliyor. (bkz: 1 - 1)
topitoplardan bahsedicem. Hani şu herkesin hayatında bir kere yeme cürretinde bulunduğu, kimileri için şekerlerin kralı, kimileri için bir seks objesi... İtiraf ediyim yemeyeli sanırım 20 seneden fazla oldu. Sadece bir sohbet sırasında(bkz: lanetin tarihçesi değişiyor) aklıma gelen ince detaylar için açtım bu sefer sayfayı. Hakkikaten bazıları için hastalık boyutundadır. Alırken öyle bir iki tane de almazlar. İlk önce dükkan sahibiyle yapılan " Kolalı var mı.?" sohbeti, yerini topitopların üzeri kırmızı plastikten kutusunun içine elini kaldırmakla devam eder. Sebebi çok bellidir. Bütün kolalılar (ki bazı zamanlar elmalı da olur bu) bitmiştir ve o kırmızı plastiğe takılı kalanlar sadece diğerleridir. Ne kolalı vardır ne de elmalı. Hayal kırıklığı değildir aslında bu, eğer bulunamazsa bile kesinlikle kalanlardan bir iki tane alınır. Hadi bakalım sırada ne var..?

tabiki o muhteşem anda sıra. Topitopu yemekte yani... Nasıl bir zevktir gerçekten unuttum. O jelatinin ilk açılma anı. Bazen çok iyi kapatıldığı için dişle açma telaşı, sabırsızlanmalar hepsi bir diğer bölüme geçmek içindir. Tabiki başaran yine hep siz olursunuz. O ilk tadı alma anı, hani şu tükrük bezlerinin daha fazla çalıştığı lahza (bkz: eski dilde "an") sanırım herşeyin başlangıcı, geri dönüşü olmayan bir gondol korkusu gibi. Artık binmişsinizdir yani... İlk seferinde şekerin kuru olması tad almayı ne kadar zorlaştırıyorsa da, ıslandıkça alınan o kola tadı, kendinden geçmek için yeterde artar bile... Gittikçe küçülmektedir artık topitop; üzülür kimisi, kimisi buna bir anlam veremez (bkz: ben) ama herşey bitmemiştir. Sıra o beyaz plastik çubuğun topitop ile birleştiği yerden kırılıp tamamen ağza hapsedilmesine gelir. İşte bu an zevk doruklardadır. Bilmem kaç yüzyıl önce tanımlanamamış bu ihtişam pırıltıları, yerini alınan tad ve lezzet ile hisseli harikalar kumpanyasına bırakır, açıktırda perdesi bu sefer...

ne kadar hapsedersek hapsedelim, şekerin içinde kalan küçücük plastik parçası özgürlüğüne kavuşacaktır. Onu dışarı çıkarmak için gönderilen iki parmak (ki her zaman işaret ve baş parmaktır) ve onu çıkarırken üzerlerine bulaşan şekerli hal onları yapış yapış eder. Bu aslında onlarıda yalamak için bir sebep teşkil eder. Zannımca bilerek gönderilmişlerdir. Ne kadar bilinçli yapılmıştır öyle değil mi..? Aslında alışkanlıktır bu, bilerek yapılmamıştır. Onlarda yalandıktan sonra geriye kalan; buruş buruş olmuş bir jelatin kağıdı, biri diğerinden daha uzun beyaz plastik çubuklar (ki onların uzununun içinede hava üflenmeden gönderilmez) ve ağızda kalan ya elmalı yahut kolalı tad !..
sırada ise acaba vardır. Acaba bir tane daha yesem mi sorunsalı. Aslında yetmez ama; bu anlattıklarımdan sonra gidip bir tane topitop alacakları düşünürsek zaten onlar bu duyguların hepsini yaşayacaklar. (bkz: ağzınız sulandı ve dilinizi üst damağınıza sürüyorsunuz şuan, şimdide yutkundunuz) Unutmadan, yukarda iki tane parmaktan bahsettim. " (ki her zaman işaret ve baş parmaktır) " bu sırada o iki parmağın hangisi olduğunu hatırlamak için parmağına bakmayan ya da onlar birleştimeyen varsa topitop ısmarlarım :)

SıfırBirSıfırBirİkiSıfırSıfırDokuz

>>> Yeni bir olgu için yazmaktansa, onu yaşamayı tercih edenleridir bu yazdıklarım. Temennileri bir yana bırakıp, aldığı şarabı sadece buna meze edenleredir. Bitirememiştirler bile iki kadeh daha içip o meredi... Mantarın hapsolmasına sebeptir yaptıkları, birinin çakırkeyifliği, birinin özgürlüğüne mal olmuştur. Olsun varsın o da soracaktır bir gün hesabını !..

SıfırBirSıfırBirİkiSıfırSıfırDokuz gelelim sana. Hoşgeldin demek için yanına mı gelsek bilemedik. Ama şunu bil ki her seferinde senden bilecek insanlar yaşadıklarını, sıkma canını her zaman bir kurban olacaktır. Ne yazık ki bu seferde sensin. Moralin bozulsun diye söylemedim sadece olacak olanlardan bahsediyorum sana. " Bu sene çok iğrençti, git artık 2009 git !.. " diyenleri şimdiden duyar gibiyim. Hatta başladılar bile...

Yeni bir yıl için temennileri alalım dicem ama neler gelir aklım almaz. Benim ise dicek pek fazla bir şeyim yok. Giden yılada teşekkürü bir borç bilirim. Kötü değildin tıpkı diğerleri gibi. Değişen bir rakamın insanların hayatlarında ki etkisi her ne kadar fazlaysa, onlarında rakam üzerinde ki etkileri bir o kadar fazladır. Doğru orantılıdır vesselam...

Gelelim fotoğrafa; Roma - Milano tren seferinde çekildi. Cama yansıyan kızın görüntüsü mü önemli olan yoksa, geçen zamanın cama yansıması mı orası mechul. Bırakalım aksın zaman, bulsun yolunu. Tıpkı o kızın gittiği gibi, hiç bir duyguyu almadan yanına...