sipariş edilen yemeğin aşka dönüşmesi


eğer sokrates yemek yemenin felsefesini anlatmaya kalksa;

"ne gerek var söylemeye bakın işte budur"  
 derdi..


iş bu ahvalden mütevellit fazla konuşma gereği duymuyorum. duyamıyorum hatta.. 

bir insanın en sevdiği yemeği sipariş etmesi, sonra onu en sevdiği insanı bekler gibi beklemesi sanırım en güzel duygulardan biri. böyle olunca her anın bir portresini çizmek, o portrede yer almayı istemek suç olmasa gerek! işte böyle anların biridir efendim bu da. günlerdir belki de haftalardır yemek için beklediği yemeği önüne konmasını arzu eden, keşkelerini girişteki portmantoya asmış biri. çıkarken almayı istemediği de yüzünden belli..

yemek yemenin felsefesinden bahsetmicem elbette. haddim değil çünkü.. sadece onu beklemenin insana verdiği huzurdan, birazda heyecandan bahsedicem. fotoğrafa baktığınızda nedense bir eksiklik var gibi. sipariş ettiği yemeği bekleyen bir heyecan. kimi anların hüznünü yansıtan, kimi zamanda yemekten önce gelen salataya ekmek bandıran..


sormam lazım; neye değişirsiniz bu gülümsemeyi?? aklınıza ilk gelen şeyi söyleseniz dahi inanmam. allah aşkına nasıl bir mutluluktur ki bu insanı hiç etmediği kadar mutlu etsin! hani böyle hiç ummadık bir zamanda eski bir arkadaşını görmek, çoktandır istediğin ama alamadığın ayakkabıyı almak gibi..

unutun önceden yazdıklarımı siz benim. tanık olduğum bu anın ihtişamına kapıldım gidiyorum. sonrasında ne mi yaptım? sadece durup izledim.. bütün tabak bitip, arkasına yaslandıktan sonraki mutluluğunu görene kadar..

şimdi bu yazıyı bitirirken aklıma gelen bir şiiri yazmak gerek;

ölüp yok olma korkuların saçma,
yoktan varsa yükselen dalga oldukça;
sevgiyle isa gibi dirilmişsin sen,
ölüm yok artık sana dünya durdukça.