1614 km'de barcelona, valencia, madrid, roma {bölüm ve sahne 3 \ madrid}

ispanya \ madrid

şimdi anlatmaya başlasam ve desem ki "oradaydım!" eminim çoğunuzun için pek bir anlamı olmayacak. hatta yazıya başlarken kullandığım iki renk için çoğu kişi kızacak belki de.. ama sadece şunu söylicem; "oradaydım!"


bir önceki yazımda belirtmiştim madrid'in bizim için önemini. gönül verilen arma için bir deplasman daha yapacağımızı. yaptıkta, hemde en güzellerinden birini.. madrid'i belki bu şekilde hatırlayacağım hep ama anlatmam gerekenin madrid olduğunun farkındayım :] 

gidişlerin en güzeli, bir dönüşü olduğunu bildiğinizdir. eğer bunun farkında iseniz hep bir bilinmezlik bekler gittiğiniz yerde sizi. ve içinizde zerre kadar umut taşıyorsanız, hep beklediğinizden fazlasını bulursunuz gittiğiniz yerde. bizde giderken hep bir umut taşıdık içimizde. zerre kadar değil ama, böyle sırtımızda binlerce ton ağırlık yaparcasına. ama taşıdık işte.. hem de çok güzel taşıdık! yukarıdaki fotoğrafla başlamamın nedeni siyah&beyaz bir fotoğrafta bu kadar ihtişamlı çıkan bir yapı daha görmemiş olmam! madrid'in en ünlü sarayı burası. ok büyük bir alanı kaplıyor, gördüğünüz sadece giriş kapılarından biri. içine girip gezmek konusunda tereddüt yaşadık, girmedik sonunda :] eksik kalanlar sadece bunlar olsun dercesine..


sokakları günün her saati bu kadar canlı bir şehir yoktur sanırım ispanya'da. sabahın köründen tutunda, gecenin bilmem kaçına kadar insanlar sokaklarda. herkes bir yerlere yetişmeye çalışıyormuşcasına hareket halindeler. işin garip tarafı sizi de sürüklüyorlar peşlerinde. alamıyorsunuz kendinizi onları izlemeden. katılıp gidiyorsunuz arkalarından onlar nereye giderse.. 


sürüklüyorlar dedim ya? hah işte bu birazda sizinle alakalı.. eğlenmek isteyen  ya da "bakalım acaba geceleri nasılmış bu şehir?" diyen biriyseniz kesinlikle tam yerindesiniz. madrid gece hayatı alışılagelmişin dışında. gündüzleri geçtiğiniz sakin sokaklar geceleri bambaşka bir silüyete bürünüyor. ne yalan söyleyeyim iyi de ediyor. kaldığımız hostel tarihi bir yapıydı. işletmecileri en alt katını bir bara çevirmiş. saat 23'ten sonra açılıp geç saate kadar hizmet veriyor. eğer orada katılmak istemezseniz madrid gece hayatı için turlar düzenleniyor. 15 € karşılığında sizi kaldığınız hostelden alıp iki güzel bara oradan da bir gece kulübüne götürüyorlar. her barda ve gece kulübünde ilk içtiniz bedava hemde :] kısıtlı parayla seyahat eden bir bünye için bal-kaymak. ayrıca yalnız da kalmıyorsunuz. sizin gibi hostelde kalan bilmem kaç milletten insanla birliktesiniz. eğer çekingen bir bünyeye sahip değilseniz muhteşem bir gece sizi bekler benden söylemesi :]


sağdaki fotoğraf kaçıncı karşılaşmam bilmiyorum. bu bayanla değil tabi ki, pozla :] dedim bu sefer bunu anlatmalıyım. eğer yabancı bir ülkede iseniz dikkatinizi sürekli sizin gibi gezen, olanı biteni anlamaya alışan insanlar takılır gözünüze. bu bayanda onlardan biri. yabancısı olduğu bir şehirde sırtında çantası yolunu bulmaya çalışıyor. onları o kadar çok benzetiyorum ki kendime, diyorum acaba bir gün kesişecek mi yollarımız bunlardan biriyle. diyecek miyim acaba; "ben seni bir yerden hatırlıyorum? geçen sene italya'da.." diye. söz dersem anlatırım...


güneşin tadı.. mevsimin kış olduğu bir anda açan güneş nasıl bir mutluluk hissidir yarabbim! böyle iliklerinize kadar ısıtır, gözleriniz kamaştırır filan.. bu elemanda bunu düşünüyor olacak dönmüş yüzünü güneşe dalmış gitmiş. yanından geçerken makinemi elime aldığımda tereddüt ettim uyanır mı acaba diye.. uyanmadı! hatta haberi bile olmadı :] ama sizin haberiniz var artık..


yukarıdakinden haberiniz oldu ya bundan da haberiniz olsun istedim. madrid'i keşfederken karşımıza bir mekan çıktı. böyle bir sürü yerden giriş kapısı olan, deli gibi güzel kokular gelen bir mekan. içine girip gezmeye başlayınca anladık ki küçük bir mısır çarşısı çıktı karşımıza. çeşit çeşit mezeler, küçük kavanozlarda reçeller, tapaslar vs. hemen oracıkta alıp şarabınızla birlikte yiyebileceğiniz ayaküstü masalar bile var. şimdiye kadar hiç görmediğim şekilde hazırlanmış sandviçler, öğleden sonranın o mahmurluğunda size yarenlik etmeye hazır bekliyor. şık hanımefendiler, jilet gibi takım elbiselerinin içindeki beyefendiler iş çıkışı buraya uğramayı adet edinmiş tahminimce. sadelik filan aramamak lazım sanırım böyle durumlarda. elde duran kadehi güzel yapan her zaman fönlü saçlar olmuyor bence. birazda işin içine asalet ve şıklık girmeli. bedeni saran bir Ermenegildo Zegna sanırım ne demek istediğimi çok iyi anlatır.. böyle olunca bizde fazla duramadık orada. üstümüzdeki jean pantolonların sırıttığı gün gibi aşikarken, asaleti ile başbaşa bırakıp çıktık . haa unutmadan tam çıkarken denediğim bir reçel vardı. ne reçeli olduğunu hatırlamıyorum ama o alışılmamış tadı hala ara sıra ağzıma geliyor gibi. siz siz olun sadece merak ettiğiniz için bir şeyi denemeyin. sonuç her zaman güzel olmayabiliyor :]


az da olsa yemekten bahsetmişken araya sem'i almam gerektiği geldi aklıma :] yahu bu adamla alakalı anlatacaklarım nedense hep bir yerden yemeğe bağlanıyor. ağzının tadını bilen bir adam bu sem. öyle her şeyi yemez. yeyince de iyi yer. uzun bir süre yemeklerimi yeme fırsatı bulduğu için şanslı olan kesimden kendisi ayrıca :] madrid'teyiz. yiyecek bir şeyler bakınıyoruz. öyle lüks restoranlara girip yüzlerce yüro bırakacak adamlarda değiliz haliyle. yorgunluk ve açlık hat safhadayken birden sem ağzından kaçırabileceği en güzel itiraflardan birini kaçırdı :] "oğlum uğur yemeklerini özledim lan!" ilk başka kaldım şöyle bir. acaba yanlış mı işittim sandım! ama yok sem bildiğin benim yemeklerimi özlemiş. bende tabi bir kabarma durumları filan :] işin garip yanı itiraf öyle bir anda geldi ki, hepimiz açız ve özlemişiz şöyle sulu bir yemeği. hafif özlem çiselenmesi yaşandı madrid'in göbeğinde. dedim şuradan bir küçük tüp bir tava bulup menemen mi yapsak :] sonrasında çok geyiği döndü tabi bu menemen'in ama olmadı tabi. ama yapsam kesin hayran kalırlardı buna eminim. nereden mi biliyorum? tecrübe ile sabi efemdim. elin amerika'sında yaptığım menemen'i parmaklarını yercesine silip süpüren insanlar tanıdım çünkü :]


rahat duramıyorum.. ne zaman metroya binsem illa birine doğru yönelecek o objektif. illa birini yakalayacak hazırlıksız. kalabalıktı o gün metro. gördüğünüz adam benden baya uzaktaydı. şöyle aralardan kıvrılıp çekmek istedim kendisini. ilkinde başarısız bir atak! dördüncüde anca bunu yakaladım. tamam da ne var bunda şimdi diyebilirsiniz. belki de haklısınız ama o an o adamın karşısındaki kadına bakışı ve sinirli tavrı hiç olmadığı kadar gerçekti. şiddet belki de insanı hiç beklemediği yerde yakalıyor.  ve işin kötü bırakmıyor yakasını... dicek fazla bişey yok sanırım. adamın hali her şeyi anlatıyor..


bir renge bağlı olmak konusu açıldığında hep rekabet mevzuhu da girer devreye. zaten rekabet olmadan bir anlamı yoktur o renge aşık olmanın. fanatizmin zirveye vurduğu anlarda hep frenledim kendimi. mantıklı düşünmeye zorladım bir bakıma. işte o zaman dedim ben bu takımı iyi ki tutuyorum diye.. bir de deplasmanlarda olduğum zaman hissederim bu duyguyu. epi topu bin, binbeşyüz kişisinizdir. karşınızda en az 25-30 bin kişi size acıyan gözlerle bakar. ama siz o kadar eminsinizdir ki kendinizden ve tuttuğunuz takımdan, bir şeylerin düzgün gideceğine emin olursunuz. mcd'de böyle inandı bütün macera boyunca. dedi; "en azından 1 puanı var bu deplasmanın!" dediği de oldu. maç günü yaklaştığında ne zaman baş başa kalsak kendimden emin bi ses tonuyla; "oğlum deli olcak deli! inleticez calderon'u!"  dedim. bunu da yaptık! şimdi düşünüyorum da  eğer kendimizden emin olmadan gitseydik ve yine berabere kalsaydık bu kadar zevkli olmazmış. bütün macera boyu her şeyi planlamadan yaptık ama bunu planlamadan yapamazdık. olmazdı, bize yakışmazdı! sonucu ne olursa olsun verilen destek hep kutsal olmalıydı tribünde. öyle de oldu.. gol sonrası sevinmekte o kadar haklıydı ki bir avuç taraftar, stada yürürken haykırdıkları her tezahüratı sanki ilk defa söyler gibiydiler. hayran kaldım, hemde bildiğim her besteyi her duyduğum anda..


"bir insanı sevmekle başlıyordu her şey ve boşanmak için en az iki şahit gerekiyordu." şimdi bu dizeden yola çıkıp anlatmaya kalksam eminim eksik kalır bazı şeyler.. o yüzden sadece yazmak en iyisi. bu iki kişi gecenin bir vakti sokak ortasında ne konuşuyorlardı bilmiyorum. ben sadece anın yalancısı olucam. durdukları yol bizdeki istiklal caddesi tadında cıvıl cıvıl  bir mekan. bu çifti onlardan ayıran ise paylaştıkları duygu. ikisi de birbirine öyle içten bakıyordu ki sanırım ikisininde birbirine edeceği bir itiraf vardı. fotoğrafa baktığınızda erkeğin ciddiyeti kıza biraz etki ediyormuş gibi gelebilir, hatta öyle olsun. ancak kızımızın ona bakışındaki gülümseme hiç yoktan 1-0 önde başlatmış gibi.. kazanan kim olur, kim galip gelir bu savaştan bilmiyorum ama yukarıda bahsettiği iki şahide gerek kalmayacağı çok aşikar..


geçen macerada gülmeyen fotoğrafımı koyunca somurtkan bir insan olarak algılanmamak için bunu böyle seçmek istedim :] bu fotoğrafı koyarken aklıma maçtan çıktıktan sonra yaptığım tek kişilik bir protesto geldi. istanbul'da yaşayanlar bilir efendim metrobüs işkencesini. calderon'dan çıktıktan sonra yorgunluk had safhada.. birden hostelin yakınında bir yerden geçen bir otobüs geldi. dedik binelim.. kalabalık var tabi. neyse otobüsün ön kapısından girerken aklıma birden metrobüsün 2 ytl olduğu zaman samiyen'de yaptığımız protesto geldi :] "metrobüs metrobüs 2 ytl, zehir zıkkım olsun belediye'ye.." bende başladım otobüse binmek için sıra beklerken bunu haykırmaya :] çoğu yurtdışından gelmiş renktaşlar normal olarak saf saf bakmaya başladı. ne diyor bu diye.. baktım aradan bir kaç kişi de söylüyor ama arada kayboluyoruz :] dedim bari susalım..

böyle bir anıyla kapandı madrid macerası. biz istediğimizi alarak ayrıldık, aklımızda dört gün sonra samiyen'de yapılacak maç vardı.. gerçi mutlu ayrıldık ispanya'dan, hem de çok mutlu. arkamıza bakarken yaşadığımız yüzlerce anı, tanıştığımız onlarca insan vardı. biz sıradaki durağı türkiye düşünürken italya\roma çıktı. eskilerin dediği gibi orada da içecek suyumuz, yiyecek ekmeğimiz varmış.. :]