kiev; bir şehrin bir kadına alabildiğince benzemesi

.

bazı hikayeleri anlatmaya sondan başlamanız lazım aslında. sebebi üzerine demokratik söylemler yerine,  antidemokratik anıların doldurduğu dünyalara dalmak için. kendi hegemonyasını kendi kurmuş, kimseye muhtaç olmayan anılardan bahsediyorum kısaca. hani hepimizin sahip olmadığı, olmak içinde çaba göstermediği anılar. eğer bu tür anılara sahipseniz çoğu zaman size ait olanlardan çok, başkalarının nelere ait olduklarını görüp o şekilde mutlu olursunuz; yapabilirseniz eğer! çok zor olmadığını düşünmek istiyorum bunun. yapabildiğim anların toplamıyla, kanepenin arkasına düşen kumandaya kolunun yetişmemesinin çelişkisini yaşıyorum. oysa ki bunlar arasında nasıl bir bağ kurduğum, halihazırda bilim çevreleri tarafından tartışılırken..


çelişkiler üzerine sancılı söylemlerin hangisinin yaralara merhem olduğuna dair bir kaç kelam etmekle başlamam lazımdı söze. tabi siz bu son okuduğunuz cümlenin anlamını düşünürken harcadığınız beyin hücrelerini kaybetmeden önce. artık çok geç, ben ilerleyen dakikalarda size anlatacaklarımı bu cümleleri yazarken kafamda topluyor oluşumla, "hangi paragrafta ne anlattığım" konulu sınavımda sizlere başarılar dileyerek sözümü bitiriyor oluşumun gururunu yaşayacağım. yerseniz tabi..
şimdi bi' dakika. siz, hangi hayalinizin size ait olduğunu düşündünüz mü hiç? yani, salt size. sadece sizin, başkasının fikrine dahi girmemiş. bakir, bakire. ilk kez basılmış çimenlerin verdiği hisle, yeni yıkanmış kotun o sertliği sizi cezbederken hatta. çan sesi duyduğunuz bir ülkenin cenaze merasimlerini düşündünüz mü mesela? buyurun burdan yakın! hayalleriniz ya hani. sadece size ait, sadece size özel. bakın, eğer bir hayalin ortaklaşa kullanımı olsaydı; üniversitede fotokopiye verdiğiniz parayla bir fotokopi makinesi alabileceğiniz fikrini ortaya atan çocuğun, bunu ilk defa kendi düşünmüş gibi sevinmesi de ilk olurdu. olmadı! sırf bu yüzden hayallerinizi insanlara açarken onların artık sadece sizin olmadığını unutmayın. bi' de bi bardak su verin bana, dilim damağım kurudu..
gelenek bozulmadı. bu eşref-i mahlukat yine anlatmak istediği şeye -artık o neyse- direkt olarak başlayamadı. bi' de bundan her yazısında yakınıyor oluşu, sanki bilmeyerek yaptığı hissini insanlara empoze -bu arada bu kelimeyi sanırım ilk defa kullandım- edermişcesine riyakarcaydı. güzeldi, olsundu. çubuk makarna haşladıktan sonra, suyunu süzmek için kullandığınız süzgecin deliklerine sıkışan makarnaları alırken hiç kopmayanına rastgeldiniz mi? gelemezsiniz! peki böyle şeyleri size bilimsel bir gerçekmiş gibi size anlattığımda beni sever misiniz? sevemezsiniz!
tek tek işliyordu elindeki gergefi. saflığından ödün dahi vermeden hemde. esnaf kocasının evine getirdiği huzurun örneğini çıkartmıştı geçenlerde.  komşusundan gizlediği için kendine biraz kızmış olsa bile. her seferinde gaflete düşen tek kendisiymiş gibi sokak ortasında bir anda duran teyzelere özenmişti bir ara. beceremedi. buna karşın yeşil mercimek haşlamakta üzerine yoktu. iki defa süzüyordu suyunu. kısırı çekilmiş bulgurla yapıyordu. buna dikkat ettiği için kocasının ona söylediği tek bir sözle yeni kıtalar keşfedebilirdi. sigarası da yoktu, içkisi de. sebebi parasının olmamasıydı..
neyi ne kadar bildiğimi anlatmama ramak kala susuyorum her seferinde. siz bilmeyin diye boş zamanlarımda gözümü kapatıp çocukluğumu düşünüyorum. annemin mutfaktaki hallerini, o bütün küçük detayları. sonra siz de hatırlayın diye size anlatıyorum. aynı evde büyüdüğümüzü iddia eden bütün herkese aşırı bir sevgi besliyorum mesela. her ne kadar çoğunun yüzünü görmesem bile. daha dün; mutfak tezgahının yanında duran kavanozdaki kaşığa, tuz azaldığı için yetişememeyi anlatıyorum. buna saf gözlerle bakan herkesin gözlerinden öpüyorum, dudaklarımdaki tuzu alsınlar diye. böyle anlarda anlamadığım bütün dillerde destanlar yazıyorum, belki birisi ilerde anlatılır diye. güzelde oluyor, pek güzelde oluyor..


sanırım bayram tatilinden bir ay kadar önceydi; bütün ispanya maceramda bana eşlik etmiş sem'in, gitmeye kabuk bağlamış yaramı kaşımaya başlaması. ee katranın kaynatmakla şeker olmayışı, cinsini tükürdüğümün cinsine çekmesi ile doğru orantılı olduğundan sonuçta kaçınılmaz oldu. çeşitli fikir alışverişleri, çeşitli araştırmalardan sonra -ki bu ortalama 2 gün sürdü- sem'in mailine uçak bileti yollamamla nihayete kavuştu. artık önümüzde gideceğimiz, hayran olacağımız, inanılmaz dostlar edineceğimiz bir yol vardı. kiev..
yine dayanamadım. bi' kaç bi'şey anlatmam lazım size. bakın, bi' yere gitmek, bi' yolculuğa çıkmak ne kadar zor görünüyorsa size aslında o kadar kolaydır. üzerine konuşmak, tartışmak, çelişkiye düşmek ne kadar faydalı olsa bile, sizi yavaşlatır. bu tür şeylere ani kararlar vermek, size gereken uçak biletinden daha önemlidir, emin olun. biraz cesaretinizi toplayın ve onaylayın o kredi kartı bilgilerini girdiğiniz boşlukları. sonra mailinizi açın ve size gelen bilet konfirmasyonunu görün. ne güzel değil mi? :) elbette zor, elbette biraz delilik gerektirir ama yapın. en azından bir kere benim için yapın ya. beni de delirtmeyin!  
gezi yazıları yazarken insanlara maliyet tablosu çıkartmak konusunda biraz inandırıcılığımı kaybediyorum sanırım. bu yüzden yaptığım hesaplamaları ve bunun dışındaki bütün her şeyi dikkatlice okuyun. böylece bütün yazıyı okumuş olacaksınız. ne kadar zekice! çünkü çok düşük tutarlar, çok düşük maliyetler göreceksiniz. sonra bana gelip; "ya bırah allaseversen ya, böyle ucuza imkansız gidemezsin" demeyin. gebertirim! şirkete masraf yazıyor olsam fiş toplucam da, onu da yapmıyoruz . böyle olunca da siz okuyanlara harcadığım parayı söylerken utanıyorum. insanlar beni bildiğin hint fakiri zannediyor. hayır siz demeyin diye diyorum bunu. yoksa feci zenginim. öyle işte. fakirim ben. sevin beni..

***