venezuelalı gary'den kanadalı jeffrey'e gelene kadar bir sürü şey

.

st. petersburg yazısını yazarken bahsetmiştim size bu yolculuğun bende farklı bir önemi var diye. bunu söylememin sebebi yaşadıklarımdan çok tanıştığım insanlarla alakalı. modern insanın seyyah ruhu dediği ve aslında her insanda var olan lakin; ortaya çıkartmakta biraz güçlük çekilen duygu, tek başına seyahat etme fikrinin bir dışavurumudur aslında. yani siz sırt çantanızı kapıp gittiğiniz her yol, bir bakıma sizi siz yapan hammaddeniz olmaya başlar. o eksik olduğunda "yaşamak" denen ve gittikçe zor olmaya başlayan şeye -artık her neyse işte- olan inancınız yok olmaya başlar. dedim ya aslında her insan taşır bunu içinde. sadece ortaya çıkarmakta güçlük çeker. insanoğlunun nefsinde vardır yeni yerler görme, keşfetme isteği. tıpkı daha önceden hiç yemediği bir yemeği tatmak istemesi gibi. kimi zaman bu yemek çok lezzetli gelir, kimiz zaman iğrenç bir tat bırakır damakta. yolculukta böyle bir şey işte. ya sürekli yemek istersiniz bu yemeği ya da bir daha ağzınıza sürmezsiniz. ben sürekli o yemeği yiyenlerdenim işte..

durum böyle olunca yeni yerler görme, keşfetme isteği diğer bütün duygulardan ağır basmaya başlıyor. nasıl oluyor diye sormayın. defalarca anlatmaya çalıştımsa da başaramadım. en iyisi sende yap, güzel oluyor..

burada bir parantez açmak lazım. (bu deyimi de hep kullanmak istemişimdir) "yeni yerler görme isteği"  çatısı altına ben bir sürü şey sığdırıyorum. yani yeni ülkeler, yeni şehirler görmek değil sadece. yeni ve farklı insanlar, hiç tatmadığım yemekler, hayatta yapmam dediğim saçmalıklar, bu da içilir mi dediğim her neyse işte. bu yazıda aslında bunun için yazıldı. ben yolcuyum diyen her insanın (kemal gibi, bekran gibi, güney gibi, güneş gibi..) yer yolculuğunda yaşadığı en küçük anısına ithafen belki de..
şu giriş kısmını da bi' kere kısa tutsam kafamı kescem! (yazar burada kendi derdine yanıyor..)



efendim sizi venezuelalı gary ve kanadalı jeffrey ile tanıştırayım. kendileri st.petersburg seyahatim sırasında kaldığım hosteldeki oda arkadaşlarım. birisi (ki bu gary oluyor) hayatını dünyayı dolaşıp video çekmeye adamış delinin teki (nasıl olsa türkçe bilmiyo ya salla dur arkasından)  jeffrey ise aynı dertten muzdarip (dünyayı dolaşmak oluyor bu dert) kendini fotoğraf çekmeye adamış ve geçimini bununla sağlayan akıllı uslu bir aile çocuğu. ciddiyim! gary kadar çılgın değil. özellikle sordum, bekarmış :) (neden bunu söylediğimi anlatıcam birazdan) bu yukarıdaki fotoğraf daha odaya ilk girdiğim anda çekilmiş bir anın, sonradan tekrar canlandırılmış hali. sırtımda çantam odaya girdiğimde baktım ikisi hararetli bir tartışmanın içinde. ben odaya girince makinemin çantasını görüp direkt başladılar fotoğraflarımı çekmeye. meğersem amaçları lenslerinin keskinliği hakkında girdikleri iddiaymış. çantaları bırakıp direk aldım makineyi elime. işte o zaman başladı gary ve jeffry ile muhabbetimiz. nikon'un canon'u döveceğini anlatınca da tırsıp kaçtılar zaten..


efendim gary denen bu adam tamı tamına 39 yaşında. inanması belki güç ama gerçekten öyle. hatta inanmayıp pasaportuna bile baktım. ben hayatımda yaşını bu kadar göstermeyen biri daha görmedim. yani kim der ki bu adamın 39 yaşında olduğunu. biri çıkıp dese ki; bu adam şu yaşta. inanırsam namerdim. tamam ben de yaşımı gösteren bir adam değilim, yaşlı gösteriyorum fakat bu başka bi' şey. doğaüstü bi' şey hatta. zaten sonraları bunu düşünmeyi bırakıp bildiğin imrendim adama. (ben de az piç değilim ha. burada adama yok 39 yaşında koskoca adam, yok benden şu kadar yaş büyük de, sonra iki satır yukarıda "deli" diye hitap et. arsızlık diz boyu hemşire..)