kısa cümleler hakkında yeni bir teori..

.

bundan tam 52 hafta önce, berlin'de ilk yazısını yayınladım bu projenin. devamındaki 52 haftada yaşadığım herhangi bir durumdan bahsettim size. bu bazen gidip gördüğüm bir şehir oldu, bazen de anlatmak istediğim saçma sapan şeyler. kimisi için itiraflarım diyebilirim ama en önemlisi bunlar benim yaşadıklarım. bundan yıllar sonra kendim için birer zihin defteri belki, belki kimse için anlamı olmayan bi' çok detay. bunu yapmaya başlama sebebim, bir süre ara verdiğim bu blogu canlı tutmaya çalışmak. çünkü insan canlı tutmaya çabaladığı şeyler sayesinde ayakta duruyor. bazen deviriyor elindekileri, bazen kırdığı için yapıştırmaya çalışıyor. zaten hayat da bu.. kendiniz için yapmak istediğiniz ne varsa, en çok başkalarına veriyorsunuz. bu kimi için zarar görünse de, sanırım benim için hayata tutunma çabası. itiraf olarak almayın bunu, bu benim gerçeğim..


uzatmanın anlamı yok. ben 52 hafta boyunca bu mecraya bir çok şey yazdım. okundu ya da okunmadığı kaygısıyla değil. sayesinde bir yıl boyunca beni ayakta tutan, zihnimi yoran, yormaya devam eden bu projeye artık son vermem gerek.

çünkü; yeni şeyler söylemek lazım..



..week 52 and project is over!



kısım 6: artakalan fotoğraflar, yosemite'den..

.

ilkin, böyle güzel geçeceğinden emin olamamıştık. sıkıntıdan, yorgunluktan ve zevkten aldığımız bütün hazların hayatımızda daha önce hiç yaşamadığımız şekilde bizi etkilediği aşikardı. sabırsız davranmak gibi hissizliklerimiz, çoktan bizi terketmişcesine ulu orta bırakmıştı. ufkumuz genişlemişti, bu çok net. ilişkilerimizi bile irdelemişti, hakkı olmadığı halde bile. ki bu hepimiz için mantılı düşünmemize engel olan en büyük güzellikti..




      





     


bu son kareydi yosemite'den. ve aklımızda, hep bu isim kalacaktı..



..week 51 is over!


kısım 5: gökyüzünün yosemite hakkında düşündükleri..

.

bu bi' geriye dönüş. zamanında çok fazla insan tarafından ziyaret edilen ve hakkı elbette ki verilmiş ulusal parkların en güzeline hem de. ismi zürih kadar güzel, haşmeti piramitlerden de büyük bir ulusal parktan bahsediyoruz. şanslı kesimden zührelerin kendileri içinde ne kadar önemli olduğunu, simokin giyilen davetlerde bahsettiği başlı başına bir eser. ve inanır mısınız bu haykırışların hiçbirine bu kadar asi ve baki seyirci kalınmamıştı..


ki zaten başınızı kaldırdığınızda da belli oluyor. ihtişam, bütün boyun ağrılarının müsebbibi. düzgün uyku uyuyamıyor olmak bile güzel onun yüzünden. kabusların da hakeza.. sefillik sonrasında bize ve daha çok size minnet etmemek. sürdürülebilir şey değil bu.. haçlı seferlerinden bu yana insanoğlunun hiddetinden korunmuş, ateşe maruz kalmış ve yanmış. cümle kurarken dahi insanı ürküten bir haşmet bu, başka bir şey değil.. 


su.. bu parkı belki de bu kadar çekici hale getiren en büyük unsur. muhtelif zamanlarda azalsa da, yine de kendine dakikalarca baktırabilen alamet-i farika. temiz, başka bir açıklaması yok; tertemiz.. yüzlerce metre yüksekten akarken de, ayak bastığımız toprakta süzülürken de tertemiz.. 


ve yine gökyüzü. sona yaklaştığını anladığından mıdır bilmem half dome dahi bu oyundan biraz geride duruyor. yakından bakınca üzerinde tırmanan insanları görebileceğiniz bu davasa kaya parçası; bir ulusal parkın içindeki, insanoğlunun erişebileceği en güzel şeylerden biri. aynı hizada olmadan bile güzelken, aynı hizaya geldiğinide sizi nasıl dehşete düşürür tahmin bile edemiyorum..



aslında hepsinden çok fazla yok yaşadığımız korkuların, biriktirdiklerimiz dışında. halefi selefe kırdıran, özlemlerin bir kaçı hariç. şimdi bu muhteşemliğin bize bıraktığı izleri sarmak için tekrar ihtiyaçımız var;

elbette yosemite'ye..




..week 51 is over!



kısım 4: peki yosemite bunu hakediyor muydu?

.

peki yol almak vazgeçilmez olduğunda, bize ve bizin gibilere biraz olsun acıması olacak mıydı? bu soru eşiliğinde adımlıyorduk küsüratları. ilk olarak bize bahşedilen nefesimizi tükettik derin dehrizlerde. ardından hiç olmayacak, olmamış ya da oldurulmaya imkan dahi verilmemiş senfoniler çalındı kulaklarımızda. notaları dahi yazılmamış, bir taksim edasıyla icra edilen bu eser, dünyanın en güzel ulusal parklarını birinde karşımıza çıktı. ilkeli davranma çabalarımız onun güzelliği karşısında peyhude birer çabadan başka bi' şey değildi elbet. zahmet edeip derhagına çağırmamış olsa, hiç yaşamamış hissedecektik bu evrende. zalim, yine zalim olacaktı.. galip, gine galip.. 


ilk değildik elbette. bizden öncesi de vardı, sonrası da. sırf başkaları ayak bastı diye bunu anlaşılabilir karşılamamız mümkün değildi. böyle olduğu için de parkın uçsuz bucaksız noktalarına adım adım seyahat ediyorduk. bi' nebze de olsa bıkmadan usanmadan yürüyorduk; çünkü burada geçireceğimiz zaman hayatımızın geri kalanında geçireceğimiz zamanların yanında çok da cezbedici değildi. 


manzaralı olsun diye hatırımızda kalan bütün lafzalalar, seçili ürünlerde yapılmış kampanyalar gibi derin anlamlar arama ihtiyacı hissettik elbette. anlatacağımız anılarda ince detaylar da olmalıydı. zaten kısa zamanda bütün bunları yaşayabilmek için elimizden geldiğinde km yaptık. koskoca ulusal parkın en derin dehrizlerine yolculuk yapmış bizlere neyin yetip neyin yetmeyeceğine artık biz değil toplum karar verecekti. sevgi bunun hiçbir yerinde bulunmuyordu. tek varolan özgüven eksikliği bu ihtişamın karşısında..




artık kendimizden ödün veriyorduk ki bu normal karşılanmıştı bütün evrende. biz hiç ayrılmamak üzere vedalaşıyorduk zaten bütün metrekarelerinde yosemite'nin. sanırım en büyük hatayı da burada yapıyorduk..




..week 49 is over!



kısım 3: pergeller, çemberler ve yosemite sarmalları..

.

kesin olarak böyle bir sonuç beklemiyorduk. beklentilerimizin karşılanması için tabiattan yaptığımız talepler, kockoca ulusal parkın her metrekaresinde yerini almıştı bile. arabadan baktığımızda gördüğümüz manzaralar bile tarif edilemez güzelliklerdeyken, indiğimizde bizi karşılayacak olan manzara kim bilir nasıldı. öyle şiddetli duyguların arifesinde önümüze çıkan bütün serzenişleri bir kenra bırakıp devam ettik o beklenen manzaraya karşı. ev sahibimiz bu anı;" jurassic park filminde bir sahne vardır ya hani, başroldeki adam parka ilk girdiğinde karşısına o inanılmaz manzara ve dinazorlar çıkar da adam ağzı açık şekilde bakakalır.." şeklinde tasvir etti. evet gerçekten de öyleydi bu manzara. ama bunu size gösterecek kadar da spoiler katili değildik, olamazdık da..


yolculuk sırasında yosemite'nin iradesine boyun eğmek, belki de istifade edebileceğimiz en mecburi olguydu. çünkü kaldığımız evin bahçesinden parkın girişine kadar giden yolda dahi kimsesizlik ve yoksunluk çekiyorduk. çünkü dünyanın en güzel ulusal parkın yanı başımızdayken başka bir ağacın gölgesi bize haramda bütün dinlerde, elbette şamanizim dahil. sınırları dışında kalmış bir toprağa kök salmış olmak bile başlı başına aciziyetti peki bu kadar güzel olan sadece yosemite miydi? ona revan olmak bile belki günümüz şartları için bulunmaz nimetlerden biriyken, daha güzeliğini aramak sanki bencillik oscarlarında en iyi senaryoya layık görülmekti. direnmiş, karşı gelmiş, belki kızmış.. her şeye böyle doğal cevaplar verebilmek dahi insanlık için büyük başarıyken, halefin selefe olan benzerliği dünyanın geri kalanını tamin dahi etmedi.


sonrası mı?

sonrasında biz manzaraya bakakaldık bütün benliğimizle. ağzımızda çıkan onca lafa rağmen bütün kaya parçaları selam durdu, o dehşetengiz büyüklük karşısında..

elbette içimizde yosemite'nin ayak izleri..




..week 48 is over!


kısım 2: irtifanın yükseldiği zamanlarda yosemite'de olmak..

.

yolu anlamlı kılan nadide güzellikleriyle bile bizi kendine hayran bırakıyordu. yoksunluk fikrinin altında yatan sebepler, sanki bundan önce hiç karşılaşmadığımız tabiat ana portresine bakmak için aldığımız bi' müze bileti gibi anlamsızdı. kırıştırıp cebimize attığımız bütün kağıt parçaları gibi değil; saklamak için elimizden geleni yaptığımız. nacizane tavsiyeleri kendine saklayan bütün hiyerarşik duygular, toplumsal değerlerin bazıları ve son olarak tabiki yine yosemite.. 


söylentileri bile güzel bazı şeylerin. sizi hiç olmadığı kadar mutlu eden, etmesi de istenen ve belki hüzünlendiren biraz. bütün ağaç diplerinde bize ait en az bir kaç duygu vardır burada. herkese yetecek kadar çelişki barındıran bu evren, yeri gelmişken bize nasihatler sunuyordu bu milli parkta. oysa kimsesizler evinden alınmış; elinde oyuncak ayısı, gidip gitmemekte çelişkileri olan öksüz, bazen yetim küçük çocuklardık. sevmediğimiz tek şey ayrılmaktı buradan. daha güzel vaatlerde bulunsa dahi, yosemite kendisi için dizilen bütün methiyelerden daha güzeldi..


herkes gibi bizim de meraklarımız vardı. kulaktan dolma, yalan belki. belki hiç bi' zaman merak etmediğimiz ulusal parklara gitme fikrini aklımıza pelesenk etmiştik yosemite sayesinde. doğru dürüst inanamıyorduk bile buranın varolduğuna. mfö şarkılarında geçen kelimeler kadar önemliydi, özellikle konserde. en ön sırada izlenen o bas gitar solosu kadar heyecan vermemişti ilk duyduğumuzda ismini ama; son kullanma tarihi geçmiş hüsranlardan bunu anlayabiliyorduk.


işaretlerini izlediğimiz bütün yollara, bir nevi rehber gözüyle bakıyorduk. bizi götürdüğü rotalar, bizim için kutsal birer yazıttı. okuduğumuz zaman anlamadığımız, sadece gördüğümüzde anlamlı gelen. her biri diğerini görmezden gelmiş, hüzzam makamında bestelenmiş bünyelerdik biz. ahlakımız da kalmamıştı, cesaretimiz de. bu park bizi hiç sevmediğimiz huylarımızla baş başa bırakmıştı. aynalara konuşuyorduk, çünkü kendimize olan saygımızı kaybetmiştik bütün bu hengamede..


sonrasında rakım da düşecekti sanırım, herkesin gözünü korkutan yükseklerden..


to be continued


..week 47 is over!


kısım 1: yosemite'den başka gidecek yeri olmayan insanların ülkesi..

.

yolculuğun nasıl sürdüğünü tam olarak hatırlamıyorum. tek bildiğim sabahın erken saatlerinde yola çıkıp soluğu parkın sınırları içinde aldığımız. amacımız en azından giriş ücretini ödememek olsa da, içten içe daha fazla zaman geçirmek büyük paydayı alıyordu yeryüzündeki bütün saat dilimlerinde. evimiz, parka ortalama 1 saat uzaklıktaydı. mil olarak söyleyince daha karizmatik olduğunu düşünüyordum ki bu sanırım biraz daha mutlu ediyordu beni. ev sahibimizin yakın tutumu sayesinde olayın merkezindeydik, bu aşikar. çünkü doğanın içinde bu kadar güzel bir ev hayal etmemiştik ki galiba bizi heyecanlandıran en büyük nokta da bu olmuştu. yosemite'ye giriş 101'i aldıktan sonra, gerekli açıklamaları yapan ev sahibimiz bize evi gezdirdi. bu noktada durum üzüntü ile karışık bir hale geldi ki sanırım yosemite, hali hazırda böyle bir yerdi. eşinin hasta olduğunu söylediğinde yosemite bile naif kalıyordu, yaşlı vücudu karşısında..


kıvrımlı yollarında gün ağarırken yosemite'nin, ilk durak noktamıza gelmiştik. yavaş yavaş insanları görebilmek, onlarla aynı şerefe erişebilmek aramızdaki rekabetin hangi düzeyde olacağının işaretiydi. herkes bir yerlere yatişmeye çalışıyordu bu erken saatte. bıraktıkları ayak izleri kimi için dönüş yolunun pusulasıydı. yönlerimiz şaşmıştı her celsede, mahkeme salonun ise ağaçlarla çevrili koca bir ulusal parktı..


her adım bir sonrakinden heyecanlı olmaya başladığında, kimsecikler kalmıyordu etrafınızda. sevdiğiniz kadının elini dahi bırakıyordunuz gittikçe. sebepler hiç olmadığı kadar mantıklı geldiğindeyse yol, sizi hayatınızda daha önce hiç görmediğiniz bir gerçekliğe götürüyordu. peki asıl sebep bu muydu? bu gerçekliğe erişmek mi yoksa, içinde kalabildiğiniz kadar kalmayı amaç edinmek mi? her ikisi de çok yalın kalıyordu yosemite karşısında ve bu aciziyet insanlık tarihinin en kabul edilebilir olanlarından biriydi..


gölgesinde kaldığınız ağaçların yolumuza eşlik etmesi kadar, bittiklerinde bize bıraktıkları o muhteşem manzara az biraz görünüyordu ufukta. şimdi asıl soru, bu anı hafizalarımızın en nadide yerine nasıl dikecektik. güçlü kuvvetli olanlar kadar, zayıf olanların da saflarında bulunduğu bu ihtişamlı olay, papalık mertebesinde bile yerini bulmuştu. rivayetlerin önü arkası kesilmezken, dertler içinde boğulmak yerine göğsümüzü bu muhteşem an için açtık..

   

hava serindi. güneş yeni doğmasına rağmen hala esen az biraz rüzgar vardı kuzey batıdan. ayaklarımıza serilen her ne varsa zihnimizde de seriliyordu. uçsuz bucaksız bir güzellik için aranan bütün tabirler de yetersiz kalıyordu hatta. derdinden tasasından arınıyordu bütün münzeviler. himalayalarda bile böyle keşişler yoktu, yoktu bu sukuneti bertaraf edecek ordular yeryüzünde. ufka kement atmıştık kendi western filmimizde ve teksas kırsalları bulunduğumuz noktaya cidden çok uzaktı..


manzarayı ihraç edemeyen bir parktı yosemite ve bu yüzden turistleri ithal ediyor..


to be continued



..week 46 is over!


let's talk about Yosemite..

.

bütün her şeyin, hatta bütün bu projenin müsebbibi yosemite'ydi. tarihini hatırlamıyorum ama bundan bir süre önce "dünyadaki bütün national parkları görmeden ölmek istemiyorum.." diye bir cümle kurmuştum. hala da aynı fikirdeyim.. zihnimde bıraktığı bütün detayları düşündükçe gurur duyuyorum. bizi yaratan gücün böylesine muhteşem varlıkları (!) da bize bırakmış olması şüphesiz ki muhteşem lütuf. aynı dünyanın farklı yerlerinde, sırf tabiat ananın sırrına varmak için adım atılası yerlerin olması bile bu hayatı yaşamak için bi' sebep..

kalan haftalarda yosemite'den bahsetmeye çalışacağım elimden geldiğince. çünkü zihnimde birikmiş, arşivimde kalmış çokça fotoğraf var. benim için hiçbir detayı kaybetmeden aktarmak boynumun borcu. yetmeyeceğine eminim ama yine de yazmak istiyorum, hem de haftalarca. bunun bir devrim olduğuna inandırdım kendimi. içcel bir devrim elbette.. lokasyonların en detaylısını verebilirim, sırf kimse bilmesin diye sessiz de kalabilirim ama yosemite hakkında yazmak tam anlamıyla yapılması gereken en sade şey!

sanıldığının aksine kolay olanı değil, zor olanı seçiyorum. yosemite'yi sevmek yerine anlatmayı seçiyorum..



..week 45 is over!


atlanta'daki bi' striptiz barın kibritler üzerindeki etkisi..

.

sanırım bütün hikaye ateşin icat edilmesiyle başladı. ardından insanoğlunun bütün enerjisi bu ateşi yanık tutmak üzerine gelişti durdu. devam eden süreçte ortaya kibritler çıktı, bildiğiniz kibritler. sonrasında yolum kesiştiği için bu kibritler sayesinde çok fazla hatıra biriktirdim, tabi kibritler de dahil. gittikçe çoğalmalarının ardından aralarından en nadide parçaları bir şekilde sergilemem gerektiği fikrine kapıldım ve sonrasında bu çıktı ortaya..


şuan kaderine terkedilmiş şekilde tavan arasında beklese de, bu belki de hayatım boyunca yaptığım en güzel şeylerden biriydi anılarım için. bir diğeri de bunları yazdığım malum yer..  sadece şunu anlatmaya çalışıyorum, her seferinde kullanıp yananları yere attığımız kibritler, ilk başka bahsettiğim amacın en güzel öğeleri değil de nedir? her birinin verdiği mesaj büründükleri renklerden çok, bulundukları anki sevincin birer protatipi gibi. sade oldukları kadar süslülerde. tıpkı atlanta'nın ücra köşelerinde size viski servisi yapan pink pony çalışanları gibi..

tek fark çıplaklık. elbette afrika dahil.. 




..week 44 is over!


balinalar, ben ve iki kadın hakkında..

.

latin tınıları eşliğinde seyr-ü sefer defteri yazılıyordu bu seferde de. kaptan kamarasından görünebilen ve bütün haşmetiyle bizi kendine hayran bırakan balinalar sayesinde. teknedeki herkes emeline bi' nebze de ulaşmıştı deniz tanrısı poseidon nezaretinde. kimi zaman yüksek sesle, kimi zaman da içimizden teşekkür ettik bütün bu olanlara..










dalgalı havalarda dengede durma kılavuzu ve yine balinalar..

.

sallantılı geçen hayatlarımız için teknelerin bize ideal birer yuva olacağı fikri de o zaman oturmuştu kafamıza. kaldı ki insanların bunu normal karşılaması bile bize garip geliyordu hüviyetimizden dolayı. sanki ilerlemeyen bir projeydik ve sonuçlarına bütün evren katlanacaktı gelecek nesillerce. eksik kalanlar içinse son bir gösteri planlamıştık, okyanus kıyısı şehirlerin birinde. serin, yalnız ve çoktan bitmiş. peki bunlardan hangileri için şehvet uyandırmıştık azrailin gözünde? hangisinin sade, hangisinin daha çoşkun duyguları olduğu genel yargıları irdelese de, bizim için herşeyden çok balinaların varlığı önemliydi bu dalgalı ve depresif kelimelerde..


herkesin tedirginliği "ya kaçırırsam" duygusunu o metrelerle ölçülen teknede yaşamaktı. bu yüzden etrafında dönülmeye başlanılan tekne, bir tapınma objesi gibi görünüyordu kıyıdan. ve herkes bunu bilinçsizce yapıyordu. sanki yokoluş süreci başlamış bir nötron çarpışması provasındaydık ve kimsecikler yoktu etrafımızda. bir bakıma yalnız olmamızın kibri de vardı ama ya olmazsalar daha baskın oluyordu hepimizin gen haritasında..


ilk gözlerler her zaman biraz boşa çıkıştı. çünkü denklem, çözülmesi için değil de sorulması için icat edilmiş bir pranoyaydı omuzlarımızda. herkes birbirine şu mu acaba derken, kamaralardan uğultular yükseliyordu nadiren de olsa. içimizde tecrübeli olanlar sadece kaptan kamarasıyken, balinalara ramazan pidesi atıp onları kendimize çekmek de haliyle garip olurdu. yapmadık da zaten..


yerimi almanın huzuruyla, ilk gelecek sinyali bekliyordum. keskin bir konu vardı okyanusla aramızda. ben herkesten çok istekli olduğumu bildirmiştim kendilerine ilk lafzalada. bu da onların önünde olmamı sağladı belki, bilemiyorum. onların da okyanusla bir anlaşması olduğu fikri geldiğinde aklıma, az biraz ürktüm. belli etmeden tabi.. kimsecikler olmasın diye etrafımda, bir balina gözlemcisi nasıl olmalı kitabının giriş kısmını okumaya başladım ezberimden. ilk satırlar dehşet vericiydi.. 


tekneler, balinalar ve 70 milletten insanlar hakkında..

.

hangimizin aklına geldi hatırlamıyorum, sanırım ilks'ndi. o kadar maceranın üzerine bir de okyanusa açılıp balina izleme organizasyonu sadece onun başının altından çıkar zaten. her neyse.. hepimizin heyecanı tavan yaptığından olsa gerek sabah erken kalkıp yakınlarda bulduğum muhteşem kahvaltıcıda yediğimiz devasa büyüklükteki pancakelerden sonra kalifornia'nın iç kısımlarında sanırım 1 saat süren yolculuktan sonra tur için varmamız gereken yere, moss landing'e vardık...


saat yaklaşırken listede adı yazan herkes toplanmaya başladı.. güzel taraf, ne kadar fazla millet varsa o kadar güzeldi. güzeldi çünkü uçsuz bucaksız okyanusun ortasında bir sürü farklı milletten insanla aynı kaderi paylaşacaktım. o yüzden hemen en uzak coğrafyayı bulmaya çalıştım, kaderimde uzak doğlulular vardı tabiki.. ha bi' de baya fazla amerikalı vardı teknede. koca coğrafyada böyle imkanları olan nadir bölgeler var ve amerikalıların %39'unun yaşadığı eyalet harici başka eyalet görmediğini düşünürsek bu garipti.. 


turu yöneten ve tur öncesi bütün parayı toplayan şirin ablamız, öncesinde küçük bir bilgilendirme toplantısı yapıp turda "bir ihtimal" yaşanacaklardan bahsetti. şimdi burada es verelim; 

  • konu: tekneyle okyanusa açılıp balina izlemek
  • yer:    okyanus
  • zaman:   eylül ayı
  • olasılık:  belirsiz

durum böyle olunca şirin ablamız asıl amacımızın balina izlemek olmasına rağmen bunu bazen gerçekleşemeyeceğini, görsek bile bu koca hayvanların biraz uzakta olabileceğini söyledi. kabul etmiştik bir kere ve garantili ürünlere karşı biraz çekincelerimiz vardı..




işin stratejik kısmına, yani teknede en güzel yeri kapma olayına gelmişti sıra. burada gözlem yeteneği önemli a dostlar. ilk önce toplam kişi sayısını, teknenin ebatlarına bölüp; kendinizi en güzel bölüme yerleştirdikten sonra, arta kalan kısma da diğer insanları yerleştirmeniz lazım. bu da her baba yidiğin harcı değil. öyle işte.. 


beklenti konusu gündeme gelmişti hepimizin beyninde. ama kimse ya göremezsek ihtimalini dile dahi getirmiyordu. hayatımızda belki de bir kere yaşayacağımız bu şölenden elimiz boş dönmek biraz ağır olurdu sanki. hele de bu kadar yolu arabayla gelip, koca eyaleti adım adım katederken. kaderimizde olan herhangi bir şeyden küçük alıntılar yapmak için ortamlarda, balinalar aslında güzel fırsattı. çoğu insana kalifornia'da tekneyle okyanusa açılıp balinaları izledik demek biraz havalı olsa gerekti, öyleydi de..

    

aynı tarzları olan, aynı ekibin üyeleri bizi tekneye binerken karşılıyordu. biraz gururumuz okşansa da kafamız hala balinaların bize yüzünü gösterip göstermeyeceği yönendeydi, yani teknenin kıç tarafında. kimi için garip, kimi içinse normal karşılanabilecek bu durum bize daha fazla şevk vermişti ve beklemeye başladık.. 


kültürün insanlar için su gibi hayati önem taşıdığı bu topraklarda, bizim tekneye nazire yaparcasına ailevi saadetlerine kürek çeken insanlara şahit olduk. buna iklim aldatmacası mı deriz bilmem, böyle derin bir suda bu kadar su üstünde yaşanacak duygu değildi bu. kös kös oturan, oturtulan bizler hakkımızda hayırlısılardan başka bi' de mısır gevreği almıştık, enfes kokulu koca süpermarketlerden..


tulum peyniri ve galeta. bu rüzgarlı seyahatin bilinmeyen denklemiydi..


*to be continued



..week 41 is over