dalgalı havalarda dengede durma kılavuzu ve yine balinalar..

.

sallantılı geçen hayatlarımız için teknelerin bize ideal birer yuva olacağı fikri de o zaman oturmuştu kafamıza. kaldı ki insanların bunu normal karşılaması bile bize garip geliyordu hüviyetimizden dolayı. sanki ilerlemeyen bir projeydik ve sonuçlarına bütün evren katlanacaktı gelecek nesillerce. eksik kalanlar içinse son bir gösteri planlamıştık, okyanus kıyısı şehirlerin birinde. serin, yalnız ve çoktan bitmiş. peki bunlardan hangileri için şehvet uyandırmıştık azrailin gözünde? hangisinin sade, hangisinin daha çoşkun duyguları olduğu genel yargıları irdelese de, bizim için herşeyden çok balinaların varlığı önemliydi bu dalgalı ve depresif kelimelerde..


herkesin tedirginliği "ya kaçırırsam" duygusunu o metrelerle ölçülen teknede yaşamaktı. bu yüzden etrafında dönülmeye başlanılan tekne, bir tapınma objesi gibi görünüyordu kıyıdan. ve herkes bunu bilinçsizce yapıyordu. sanki yokoluş süreci başlamış bir nötron çarpışması provasındaydık ve kimsecikler yoktu etrafımızda. bir bakıma yalnız olmamızın kibri de vardı ama ya olmazsalar daha baskın oluyordu hepimizin gen haritasında..


ilk gözlerler her zaman biraz boşa çıkıştı. çünkü denklem, çözülmesi için değil de sorulması için icat edilmiş bir pranoyaydı omuzlarımızda. herkes birbirine şu mu acaba derken, kamaralardan uğultular yükseliyordu nadiren de olsa. içimizde tecrübeli olanlar sadece kaptan kamarasıyken, balinalara ramazan pidesi atıp onları kendimize çekmek de haliyle garip olurdu. yapmadık da zaten..


yerimi almanın huzuruyla, ilk gelecek sinyali bekliyordum. keskin bir konu vardı okyanusla aramızda. ben herkesten çok istekli olduğumu bildirmiştim kendilerine ilk lafzalada. bu da onların önünde olmamı sağladı belki, bilemiyorum. onların da okyanusla bir anlaşması olduğu fikri geldiğinde aklıma, az biraz ürktüm. belli etmeden tabi.. kimsecikler olmasın diye etrafımda, bir balina gözlemcisi nasıl olmalı kitabının giriş kısmını okumaya başladım ezberimden. ilk satırlar dehşet vericiydi.. 


tekneler, balinalar ve 70 milletten insanlar hakkında..

.

hangimizin aklına geldi hatırlamıyorum, sanırım ilks'ndi. o kadar maceranın üzerine bir de okyanusa açılıp balina izleme organizasyonu sadece onun başının altından çıkar zaten. her neyse.. hepimizin heyecanı tavan yaptığından olsa gerek sabah erken kalkıp yakınlarda bulduğum muhteşem kahvaltıcıda yediğimiz devasa büyüklükteki pancakelerden sonra kalifornia'nın iç kısımlarında sanırım 1 saat süren yolculuktan sonra tur için varmamız gereken yere, moss landing'e vardık...


saat yaklaşırken listede adı yazan herkes toplanmaya başladı.. güzel taraf, ne kadar fazla millet varsa o kadar güzeldi. güzeldi çünkü uçsuz bucaksız okyanusun ortasında bir sürü farklı milletten insanla aynı kaderi paylaşacaktım. o yüzden hemen en uzak coğrafyayı bulmaya çalıştım, kaderimde uzak doğlulular vardı tabiki.. ha bi' de baya fazla amerikalı vardı teknede. koca coğrafyada böyle imkanları olan nadir bölgeler var ve amerikalıların %39'unun yaşadığı eyalet harici başka eyalet görmediğini düşünürsek bu garipti.. 


turu yöneten ve tur öncesi bütün parayı toplayan şirin ablamız, öncesinde küçük bir bilgilendirme toplantısı yapıp turda "bir ihtimal" yaşanacaklardan bahsetti. şimdi burada es verelim; 

  • konu: tekneyle okyanusa açılıp balina izlemek
  • yer:    okyanus
  • zaman:   eylül ayı
  • olasılık:  belirsiz

durum böyle olunca şirin ablamız asıl amacımızın balina izlemek olmasına rağmen bunu bazen gerçekleşemeyeceğini, görsek bile bu koca hayvanların biraz uzakta olabileceğini söyledi. kabul etmiştik bir kere ve garantili ürünlere karşı biraz çekincelerimiz vardı..




işin stratejik kısmına, yani teknede en güzel yeri kapma olayına gelmişti sıra. burada gözlem yeteneği önemli a dostlar. ilk önce toplam kişi sayısını, teknenin ebatlarına bölüp; kendinizi en güzel bölüme yerleştirdikten sonra, arta kalan kısma da diğer insanları yerleştirmeniz lazım. bu da her baba yidiğin harcı değil. öyle işte.. 


beklenti konusu gündeme gelmişti hepimizin beyninde. ama kimse ya göremezsek ihtimalini dile dahi getirmiyordu. hayatımızda belki de bir kere yaşayacağımız bu şölenden elimiz boş dönmek biraz ağır olurdu sanki. hele de bu kadar yolu arabayla gelip, koca eyaleti adım adım katederken. kaderimizde olan herhangi bir şeyden küçük alıntılar yapmak için ortamlarda, balinalar aslında güzel fırsattı. çoğu insana kalifornia'da tekneyle okyanusa açılıp balinaları izledik demek biraz havalı olsa gerekti, öyleydi de..

    

aynı tarzları olan, aynı ekibin üyeleri bizi tekneye binerken karşılıyordu. biraz gururumuz okşansa da kafamız hala balinaların bize yüzünü gösterip göstermeyeceği yönendeydi, yani teknenin kıç tarafında. kimi için garip, kimi içinse normal karşılanabilecek bu durum bize daha fazla şevk vermişti ve beklemeye başladık.. 


kültürün insanlar için su gibi hayati önem taşıdığı bu topraklarda, bizim tekneye nazire yaparcasına ailevi saadetlerine kürek çeken insanlara şahit olduk. buna iklim aldatmacası mı deriz bilmem, böyle derin bir suda bu kadar su üstünde yaşanacak duygu değildi bu. kös kös oturan, oturtulan bizler hakkımızda hayırlısılardan başka bi' de mısır gevreği almıştık, enfes kokulu koca süpermarketlerden..


tulum peyniri ve galeta. bu rüzgarlı seyahatin bilinmeyen denklemiydi..


*to be continued



..week 41 is over


noksanlıklar üzerine bir yazı, elbette porto dahil..

.

kursakta kalan bazı şehirler olmalı. öyle tek seferde sindirmek filan, ne bileyim sanki biraz yavan kalkıyor konu seyahatten açıldığında. topyekün düşünüldüğünde benimsemek ya da anlayabilmek için sanki kısa zamanlar yetmiyor artık çoğu şehre. zaman göreceli olsa da, tam anlamıyla tadına varmak için tekrarlar lazım ya da daha fazla saat, gün, hafta belki. peki bunun sebebi bulunduğumuz şehirden mi yoksa bizden mi kaynaklanır? burada da çatışan fikirler olmalı kanımca. sonuçta eksik kalan daima şehir oluyor ya da mekan her neyse. ama yetmiyor işte çoğu şehir için, yetmiyor..


bunu en çok porto'da hissettim. mevsimlerin etkisi illa ki vardır ama porto hiçbir zaman bana yetmedi. gidip döndüğüm günden beri eksik olan yegane şehir olarak yerini koruyor. sokaklarında gezerken bile sanki "yetmeyecek burası, daha fazla kalman lazım" der gibiydi lakin anlamadık, anlamlandıramadık. şimdi düşünüyorum da, porto'yu bu kadar özlenir kılan tek şey sanırım porto'nun ta kendisi. bir bütünün en küçük parçası bile eksikliğin sebebi gibi. sade olması gerekirken şatafatlı, her kadehte sarhoş eden, şarap kokan.. deniz ürünleri için bile özlenesi porto..

porto..



..week 40 is over!


bir ulusal parkın doğum gününü kutlamak..

.

güzel şeyler yapmak, onları rutin hale getirmek, biraz olsun sırf o kavram için çalışmak-çabalamak.. hatta onun sizden haberi yokken onu düşünmek filan.. ne bileyim, böyle garip bi' duygu olsa gerek. bu ve buna benzer ne kadar duygu varsa bana yaşattığın için, sadece bunun için bile doğum günün kutlu olsun..

yosemite!




..week 39 is never over!