artakalan fotoğraflar / vol #1

.

her seyahat sonrası artakalan fotoğraflarımız var bizim. diğerlerinden daha tekil, kendi başına hikayeleri olan. bunlar aslında bütün seyahatin dışta kalan kısmı gibi. hep hatırladığınız, bi' şeyler ifade eden ama bir o kadar da manasız. bana hep daha güzel gelen kısımları aslında, bu kesin. çünkü elimde fotoğraf makinesi olan bütün yolculukların, böyle sade betimlemeleri de olmalı kanısındayım. öfkemin şiddete dönüşmeye başladığı birer barış antlaşması gibi, kendi içinde çelişkileri olan, oldurulan. bütün belleklerin boşatılması ardından geride kalan bir megabayt yığını belki. silinmeye kıyılamayan kördüğüm argoritmaları..


bazen bir metroda ayakta beklerken..


bazen bir kafenin içinde sinmiş, dışarıda oturanlara bakarken..


bazen bir altgeçitten çıkarken central park'a..


bazen de caddenin ortasında bütün trafiğe inat..

biraz solgun, akşamüstü anıları new york'tan. hayaline iştirak ettiğimiz milyonların, petrol varillerinde yakılan ateşlerin ve tenzih edilen onlarca düşün sonuncusu. sağı solu belli bitişlerin, başlangıcı olmadığından hüsranlara gebe olması gibi. sevginin, algıya dönüşmesi bu, başka bi' şey değil..


..week 26 is over!


"an egg in anything makes it better" Anthony Bourdain

.

"çin'i ne kadar öğrenmeye çalışsam, o kadar cahil öleceğim.."

çin'e seyahat ettiği bir programında böyle demişti anthony. 

şeyi hatırlıyorum. ne zaman bir masaya otursa, kalkmaması için dua ederdim. çünkü yemekle olan ilişkisi, yeryüzünde şuana kadar görülmemiş bir haşmetin mahsulüydü. her anına imrenerek bakıyordum. aklımda kalması için çabaladığım tonlarca cümlesi dudaklarından döküyordu her seferinde. ve bu bana serenat gibi geliyordu..


onu hep bu fotoğrafı ile hatırlayacağım sanırım. salaş bi' masada, elinde kadehi, insanlarla sohbet ederken. birazdan gömleğinin önünü açıp sigara da içecek zaten. o çin'de çektiği programda dediği gibi çahil mi öldü bilmem ama; sayesinde kimin gibi ölmeyi bana öğrettiği için ona minnettarım..

şef anthony bourdain anısına...



..week 25 is never over!



bahsi geçen diğer şehirler ve biraz daha new york


.

şehirlerin insanlara sağladığı olanakların en güzeli sanırım hareket edebilme özgürlüğü. çünkü insanoğlu, devinimini yeni tamamlamış varlıklar arasında hareket etme ihtiyacı hissedenlerin en başında geliyor. yaşam olanaklarını irdelerken bile hareket etmesi gerekiyor insanın. düşünürken, hatta severken bile hareket etmesi gerekiyor. peki şehirler? işte işler burada sarpa sarıyor. rivayet olur ki new york, kurulması gereken yerde değil de tam tersi bir yerde kuruldu. bu yüzden de planlanandan daha güzel çıktı meydana. hal böyle olunca şehir, bütün olanaklarını sundu içinde yaşadığı insanlara..


insanlarsa konunun bütünün bağımsız her şeyin bir sebebi olmalı düstürü ile devam ettiler yaşamlarına. binalar arasında kendini yalnız hissetmek varken, şehrin göbeğinde duran bir park mıydı bütün sebebi? yoksa sayısız millet için ayrılmış bir mahalle mi? her aradığınızda ulaşabildiğiniz o hiç olmayan malum şahıs belki de new york. farklı iklimlerde bile bu kadar güzel olan kaç şehir var ki zaten. casey bile vazgeçemiyorken bu şehirden, hayatının bir kısmını geçirmiş insanların öyle kolay vazgeçebilecek olması öngörülmüyordu bütün aristokratların toplandığı, 7 ile 24'ün kesiştiği o garip partilerde..



..24 week is over.



parça başı çalışan şehirlerde bugün; new york..

.

binaların sırt sırta verdiği çoğu şehrin hikayelerinde büyük ayrılıklar var. kimi yoksun zannedilen, kiminin de eskik dürtüleri olduğu için ayrılan kadınlar, erkekler mesela. hiçbiri new york için sevmemişti oysa ki birbirini. belki de sonrası için yapılmadık plan bırakmamış; safi kin ve nefret tohumlarıyla yetiştirilmiş nesilller bırakmak için geriye ilk fırsatı kollamışlar kendi muhitlerinde. metrolarında, caddelerinden biraz daha derin izler taşıyan bir hiyerarşik düzenin ürünü olan new york, işte bu tarihsel devinim sırasında elinde kokteyl kadehiyle kenarda beklemiş ve bunu da sonuna kadar haketmişti..


en ufak açılardan bile güzel görünmeyi başarması, sanırım onu ziyaret edenleri ve orada yaşayanları birbirine düşürmüş olacak ki, çoğu çekişmelerin müsebibi olmuş. şimdi şöyle düşünmek de lazım. dünyanın en popüler şehirlerinde birinde oturuyorsunuz ve orayı görmek için gelen insanlar yüzünden adım atacak zamanınız da sabrınız da kalmıyor. bu sanki evine misafir istemeyen ev sahibi tavrı gibi oluyor ama yine de kabul edilir onlarca yanı var. yine de bir yerlere sokuşturuyor, bırakmıyor öyle ulu orta. 


tek düzeliğin senfonileri çalınsa da caddelerinde, sırf renkleri sarı diye bile binilecek taksileri vardı bu şehrin. londra'da da hakeza.. kiril alfabesi'yle bile yazılsa tarihi, sevilirdi. new york böyle güzel, böyle nazik davranırken insanlara; ona karşı gelen tonlarca kasırganın hiç mi suçu yoktu? bizim kendi yoksunluğumuz bu, belli. çünkü biz saatlerce uçak yolcuğundan sonra yüzde bilmem kaçı turist olan bir şehre imrenerek bakmamamız lazımdı. bakın, sevgisizlik konusuyla gündeme gelmek istemiyoruz; çünkü sevdiğimiz, aşık olduğumuz şehirler de oldu.


ama new york, imkanlarını size daha çok sunan bir killi toprak yığınından farksızdı. o yüzden bu dışavurumumuz..



..week 23 is over!