1614 km'de barcelona, valencia, madrid, roma {bölüm ve sahne 2 \ valencia}

ispanya \ valencia...


sanırım valencia'yı anlatmaya böyle bir fotoğraf ile başlamak en iyisi.. 

barcelona'dan ayrılırken bizi tam olarak ne beklediğini inanın bilmiyorduk. ispanya denildiğinde aklınıza gelen belli başlı şehirler hep ya barcelona'dır ya da madrid. gitmeden biz de hep bunları duyarak gittik zaten. ama valencia umduğumuzdan hatta ve hatta duymadığımızdan daha güzel geldi bize.. ortalama 3,5 saatlk bir yolculuktan sonra vardık bu güzel şehire. unutmadan yaptığımız yolculuklar hakkında da bir extra olacak blogda. yani bütün macera bittikten sonra kamera arkası gibi bir çalışma.. :] en eğlenceli noktası da bu olacak sanırım..


işte bu bayanla başladı valencia maceramız..  {aslında öncesinde kalacağımız hosteli ararken bize yardım eden polislerle de diyebiliriz. gerçekten çok ama çok yardımcı oldular. neredeyse 10 km lik yolu onları takip etmemizi isteyeyip hostelin kapısına bırakana kadar devam ettiler. haklarını ödeyemeyiz gerçekten. teşekkürler valencia polisi..} evet gelelim bu hanımefendiye; hostele yerleştikten sonra hemen makinemi alıp çıktık dışarı. sokağım köşesini döndüğümüzde onu gördüm. oracıkta oturmuş elinde tuttuğu sigarasını yakacak bir ateş arıyordu.. gördüğünüz ilk pozu çektiğimden haberi yoktu. ama sonrasındaki 7 pozdan haberi oldu :] hatta öyle oldu ki poz dahi verir moddaydı. - burada araya girip bir kaç söz etmem lazım. efenim fotoğraf konusunda ihtisas yapmadım ama eğer birisinin fotoğrafını çekiyorsanız ilk başta size sinir olabilir. yok hatta olur :] işte bu anda devreye fotoğrafı çeken girer. o da genelde ben olurum tabiki. ilk kural gülmeniz lazım efendim. hemde hiç gülmediğiniz gibi. ikinci kural ilk çektiğiniz pozu göstermeniz lazım. baştan söyleyelim eğer bayansa çektiğiniz pozu beğenmeyecek :] bu sizin işinize gelir hemen diğer pozlar için siper alın :] bu hanımefendi de öyleydi. ilk pozu beğenmedi bende diğerleri için sıvadım kolları. ha bu arada ilk pozda buydu..-  mcd yaktı sigarasını. kısa bir muhabbetten sonra ne tarafa gidebileceğimizi anlattı bize..


anlatmış ama biz anlamamışız :] seyahatlerde bir haritacı başı vardır genelde. bizde iki tane vardı :] bütün seyahat boyunca arabayı ben kullandığım ve fotoğrafları çektiğim için bu işi sem ve mcd ye bıraktım. evet bu işte kötü değillerdi ama yine de biraz  zorlanmadık değil :] ama mcd'nin araç içi co pilotluk görevini layıkıyla yaptığını söyleyebilirim. tabi uymadığı zamanlar :] 


tarih.. küçük, şirin ve asaletli bir şehir valencia. neredeyse her sokağında tarihi bir yapı görmek mümkün. ve öyle böyle yapılar da değil. mesela burası;  valencia'nın en eski kiliselerinden biri. yanında da onunla aynı avluyu paylaşan manastırı. öyle temiz ve aslına uygun bakılmış ki ilk günkü dokusunu tamamiyle koruyor.. onları dıştan izlemek kadar içten görmekte çok güzel. hele kokuları.. işte o an diyorsunuz tarih bu olsa gerek!


böyle tarih filan anlatıyorum ama asıl ihtisas konum olan yemeklerin sanırım zamanı geldi :] yemek kültürü ülkelerin bence asıl yüzlerini yansıtır. pişirme şekillerinden tutunda içine koydukları malzemelere kadar. hep bir geleneğin ya da inancın öğesidir.


ispanya'da tam anlamıyla böyle bir ülke. mutfak kültürü denilen kendine has o  dokuyu her şehrinde bulmak mümkün. hele de valencia'da. eğer bir ülkenin yemek kültürünü az çok anlamak istiyorsanız küçük şehirlerine gidin. çünkü en bilinen ve büyük şehirlerinde aslından sapma vardır. bu en güzel iskenderi bursa'da değil de istanbul'da aramak gibi bişi.. yukarıdaki fotoğraf ispanya'nın en mehşur yemeği "paella" ya ait. bizim safranlı pilavın deniz mahsülleri ile bezenmiş hali. böyle büyük ve geniş tencerelerde yapılıyor. kaç kişilik isterseniz o kadar yaptırıyorsunuz. sıcak ve piştiği tencere ile servis ediliyor. "denizden ne çıksa yerim" diyen bir bünye için biçilmiş kaftan. fotoğraflar önünden geçerken durup izlediğim lüks bir restorana ait. öyle çiğerci kedisi gibi bakmama dayanamamış olacak, aşçı başı içeri çağırdı en sonunda  beni. mutfağın içine kadar girip izledim onları.


haklarını vermek lazım hepsi işlerinin erbabı. çalıştıkları restoran valenca'nın o muhteşem sahilinin hemen yanında. durum böyle olunca hepsi profesyonelliğin zirvesinde. saatlerce kalıp izleyebilirdim onları ama mcd ve sem zorla çıkardı beni o mutfakatan :] ama ince tüyolar kapmadım değil. mesela ıstakoz'un kızartılmasında gerekli olanın yağ değil ıstakoz'un kendi suyu olduğunu :]


ve tapas.. hangisi diye sormayın! hepsi :] işin aslı bende tam olarak anlamadım ama kültür işte. bizim meze dediğimiz ne kadar şey varsa onlarda tek bir çatı altına toplanmış ve "tapas" olarak vücut bulmuş. lezzetlerine dicek yok ama hangisinin ne olduğunu çözene kadar insan yoruluyor. genellikle deniz mahsülleri yoğunlukta. ilk girdiğimiz restoranda istediğimizde önümüze irili ufaklı 8 tabağı görünce korkup kalktım :] neyse ki restoran sahibi iyi biriydi de bizden onlar için para istemedi. yoksa cüzdanı boşaltıp çıkardık oradan. bu yüzden dikkat etmekte fayda var. ilk önce ne olduğunu tam olarak öğrenip öyle yiyin yemeğinizi :] sonradan bizim gibi afallamayın. ve kesinlikle ben "tapas" yicem diye girmeyin restoranlara. ne yiyecekseniz onu isteyin. yoksa masa da bardak koyacak yer kalmıyor :] fiyatta bir o kadar şişiyor haliyle..


yemek kültürü kadar içki kültürü denen bir unsur daha vardır. her ne kadar herkesin ilgisini çekmese de bunu inkar etmek en güzel kemalpaşa tatlısının kemalpaşa'da yapılmadığını söylemekle aynıdır. yalandır hilafdır efendim :] böyle bir örnekle başlayınca merak konusu olabilir soldaki fotoğraf. "sangria" efendim kendileri. ispanya'da her yerde içilebilen milli içki. şarabın içine limon, portakal, mandalina ya da ekşi tadı verebilecek meyvelerin koyulmasıyla elde ediliyor. büyük sürahilerde servis ediliyor. o kadar da pahalı değil. şarap sevmeyen biri olarak denemedim ama mcd ve sem'in dediğine göre güzelmiş. böyle bi mayhoş tad arayanlara için sanırım ideal.


benim ilgimi daha çok bu sağımdaki çekti. hazırlanışı bile insanı kendinden geçirmeye yetiyor :] buzlar küçük küçük kırılıp kadehe yerleştirildikten sonra içine koyulan martiniye benzer bir içki ile yapılıyor. asıl detay en sonunda. incecik soyulmuş portakal kabuğu iki maşa yardımıyla ilk önce hafif eziliyor ve daha sonra kadehin ağız kısmına sürülüyor. amaç portakalın tadının içen kişinin dudaklarına gelmesini sağlamak. kabuk bu işlemden sonra kadehin içine koyulup o şekilde servis ediliyor. loş bir ışıkta kadehteki o mavilik görülmeye değer..


:] karşınızda yine, yeni, yeniden mcd. bu pozu metroda yakaladım.. kendisine gösterdiğimde ilk tepkisi " ohaaa diyorum!" oldu. bende hemen cevabını verdim tabi; "istersen fiyatı duymadan oha deme!" :] genel bir yargı cümlesidir benim için portre fotoraflarında "para versen çektiremezsin bu pozu" lafı. hakikaten de böyle doğal olanını zor çektirir ki zaten kendisi de kabul etti. çok yorulmuş ve acıkmıştı. çok yürüdük, haddinden fazla belki de. ama en güzel tarafı da buydu kanımca. yorgunluğu hiç görmediğin yerleri görürken yaşamak. onlarda kabul etti bunu zaten.. ayaklarına inen kara sulara inat feth ettiler valencia'yı.. işin güzel yanı bir kere bile düşmedi yüzlerinden bu gülümsemeler. bunun böyle olduğunu gördükçe bastım bende deklanşöre. nasıl olsa film yakmıyordu meret :] bu konudaki bonkörlüğümü onlarda takdir etti zaten sonra..


şimdi bu pozda anlatacaklarım aramızda kalsın :] insan ne kadar büyüse de çocuk olma konusundaki eğilimleri hiçbir zaman değişmiyor. bu da öyle bir anın fotoğrafı. yolda yürürken gördük şu yaratığımsı şeyi :] dedim sem'e geç çekiyim seni şununla. ilk önce şöyle bi duraksadı. baktım biraz geri duruyor dedim hayrola? baklayı bir anda çıkarıverdi; "çok korkunç lan bu!" :] yalan yok harbiden de öyle bir kostümü var. ama kalın harflerle yazıyorum kostümü :] neyse ikna ettim geçti yanına. bir kaç poz çektim hemen. ilk pozlarda biraz çekingenlik yok değildi. sonradan açıldı bizimki :] bu en çok güldüğü poz. ama dikkat edin yine de bir kaç adım uzağında duruyor. malum böyle adamlarla fotoğraf çektirdiğinde önündeki teneke kutuya atarsın bozuklukları. sem'de attı tabi. sonradan sordum ne kadar attın diye. cevap çok güzel ve yerindeydi :] "10 cent neyine yetmiyor puştun! hem asıl o vermesi lazım türk milli takım formasıyla poz çektirdi.." :] biz yerlerde tabi..


uyumadıkları zamanlarda :] genelde poz verdi ikisi de daha önce de dediğim gibi. adamlar buldu tabi benim gibi beleş fotoğrafçıyı, hemde severek yapıyor. körün istediği bir göz iken, allah bizimkilere iki göz birden verdi. şimdi itiraf etmek lazım bende bunu istiyordum. sağdaki fotoğrafta olduğu gibi kalabalık mekanlarda yakalamaya çalıştım genelde onları. insanların arasında, hiç bir anlamı olmayan durumlarda. asıl bu şekilde olurdu çünkü yaşadıkları mutluluğun kanıtı..


anıları anlatmak için kanıtlamak gerekir bazen. yani küçücük bir çakıyla aslan öldürdüğünüzü kanıtlamak için :] sözden daha çok şeye ihtiyacınız vardır kısaca. ziya gibi atmak tutmaz her zaman! tabi ki bu fotoğraflar bazı şeyleri kanıtlamak için çekilmedi. sadece değerlerini hatırlamak istendiğinde açıp bakmak amaçlıydı. fakat tecrübeyle sabit öyle anlar yaşarsınız ki bunları bir kanıt olarak kullanmanız gerekir. sanırım sem'de böyle yapacak. bunları tarihe atılmış bir çektik olarak değilde, kendi zaferinin bir kanıtı olarak saklayacak! haklı hemde sonuna kadar.. buna yardım ve yataklık ettiğim için kendimle gurur duyduğumu söylesem sanırım müebbet yemem?!? evet ben yaptım hakim bey! onların ispanya'yı fethetmesine ben yardım ettim. mutluyum!


gelelim bu maceradaki bana.. gülmediğim nadir anlardan birinde yakalamış mcd beni. neyi düşünüyordum ya da neye bakıyordum hatırlamıyorum. ama tahmin edebilirim :]  bir yüzde vermek gerekirse; % 86,5 bundan sonraki macerayı düşünüyorumdur. hangi ülke olsalardayımdır büyük ihtimalle. plan yaptığım için filan değil, sadece neresi olur acabasıdır bu bakış :] planı genelde gitmeden bir gün  önce yaparım. o da "havalimanına kaçta gitsem acaba?" dır! kişilik meselesi birazda. kimi insan ben otelde kalmadan, öğle yemeği akşam yemeği yemeden gezemem, bilmem hangi milletten bilmem kaç kişiyle aynı odada\hostelde kalamam diyebilir. kendince de haklıdır. fakat keşfetmek için, öğrenmek için gerekli her şey ya doğada ya da diğer insanlardadır. bu yüzden çok düşünmeden atmak gerek bazen adımları da. bu cesaretin fazlası olan aptallıkla aynı paralelde değil ama. hatta çok çok farklı evrenlerde.eğer karşınıza ne çıkacağına hazırlıklıysanız geriye sadece keşfetmek kalır..


bu güzel mi güzel hanımefendi ile bitirelim valencia maceramızı da. kendisi babasının omuzlarında keşfetmekte idi şehri. o da en bizim kadar meraklı, bizim kadar şaşkındı... soğuktan hafif kızarmış yanakları, şuan sizin görmediğiniz annesinden aldığı gözleriyle öyle güzel bir uyum sağlamış ki sadece kıskanmakla kaldım. hem güzelliğini hem de o sağlam omuzlardaki özgürlüğünü! o kadar sağlamdı ki o omuzlar, soğuktan olsa gerek kendisine bir iki beden büyük montunun içine sakladığı ellerine bile gerek bırakmamıştı. keşkelerin bir anatomisini yapıp ayrıldık valencia'dan..

şimdiki durak madrid. artık maceramızın asıl rengi sarı kırmızıya doğru bir gidiş var.. sevgisinden mesafe kavramını yitirdiğimiz formanın peşinde bir macera daha..

bakalım nevizade geceleri nasıl oluyor madrid'te..